Sayfalar

27 Ekim 2010 Çarşamba

Geçmişten unutulmaz bir fotoğraf...


Yanlış anımsamıyorsam yıl 1995 olmalı... Tarihi Cumhuriyet Meyhanesi'nde dostlarla büyüklerimizle bir aradayız... Kimler kimler yok ki o sofrada...
Sol taraf duvar tarafından itibaren... Gazeteci abimiz Ragıp Duran, Türkiye İşçi Partisi eski Diyarbakır milletvekili, Kürt siyasetinin ünlü ismi ve aynı zamanda Diyarbakır'ın önemli aydınlarından Tarık Ziya Ekinci, hemen yanında Diyarbakırlı Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan, Fikret Eser, Dost Kip ve Dost'un bir arkadaşı...
Karşı sıra duvar dibinde Bülent Önder, Emin, Diyarbakırlı işadamı Yunus Tokat, İrem Sağlamer, Metin Hakyeri ve Mustafa Sağlamer...
Emin, Mustafa ve Bülent Abiler Diyarbakır Koleji'nden sınıfı arkadaşı aynı zamanda...
Ben, Emin, Mustafa Sağlamer, İrem, Metin ve Dost Cumhuriyet gazetesinde çalışıyoruz...
Mıgırdiç Usta'da o zamanlar arka arkaya çıkardığı Gavur Mahallesi, Söyle Margos Nerelisen ve Biletimiz İstanbul'a Kesildi kitaplarıyla büyük ilgi görmüştü...

Ne zaman büyüdün sen!

2001 yılında daha 4.5 yaşında... Nişantaşı'ndaki binada...

Daha dün gibi... Cumhuriyet'in Cağaloğlu binasından akşam vakti, Acıbadem Hastanesi'ne gidişim... Onu ilk görüşüm... 21.00 sıralarında kırmızı minik bir suratla karşılaşma... Sonra eve geldiğinde sanki bir misafir gibi geçen ilk günler... Sonrası sanki hayatımızda hep varmış da daha önce ne yaptığımı hiç anımsamamak...
Yunus Doğu bir yaş daha büyüdü.
Ve yıllar sonra yine bir 25 Ekim'de boyu bana yaklaşan bir şahsiyet artık..
Nice sağlıklı ve mutlu yıllara...


Cem Karaca'nın sesinden dinlemeye doyamadığım bir şarkı sözüdür armağanım...

Biz görmedik sen görürüsün yavrum
Didişmeden geçen bir gün mutlaka
Yalansız dolansız bir dünyayı yavrum
Kuramadık kurarsınız mutlaka.

Boşa harcandı benim yıllarım
Boşa geçen yıllarıma yanarım
Affet beni ne olur yalvarırım yavrum
Yarın senin ellerinde güzel kur.

Biz görmedik sen görürüsün yavrum
Daha mutlu Türkiyemi mutlaka
Kulun kula kul olmadığı bir yarın
Kuramadık kurarsınız mutlaka...

Biliminle, kitabınla, aklınla
Ellerinle, dişinle, tırnağınla
İnsanın olmanın verdiği onurla yavrum
Yüreğinle kur yarını güzel kur.

26 Ekim 2010 Salı

Mesut'un yuhalanması ve Türk milliyetçiliği


Mesut Özil'in Almanya milli takımını seçmesi, Türk halkının "milliyetçi" damarına turnusol etkisi yaptı. Almanya Türkiye maçında ayağına her top alışında ıslıklanması utanç vericiydi. Bu tepki birçok şeyi karşılaştırma olanağı verdi bize. Berlin'de Almanya'nın başkentinde ezici bir çoğunlukla tribünde olan Türk taraftarları görünce buradaki maçlarda deplasman takımlarına yapılan aşağılanmayı, stadın en kötü yerine itiş tıkış yer verilmesini gözümün önüne getirdim. Hele bir de ağızlarını açmaya görsünler bir küfür bir tepki kıyamet... Hep güçlüsün ve karşındakini ezersin. Mantık budur ve medya desteği de arkada olduğu için görmezden gelinir her şey.. Peki Berlin'de ne oldu. Türkler keyifle maç seyrettiler. Takımlarını desteklediler. Ev sahibi ne yaptı, golleri atınca esprili bir şekilde Auf wiedersehen Türkçe'de "görüşürüz, güle güle" anlamına gelen bir slogan attılar... Mesut, doğduğu ve büyüdüğü ülkeyi seçmiş, ne var bunda. Eğer Türkiye'yi seçseydi 2010 Dünya Kupası'nı evinde izleyecek Real Madrid'e de zor transfer olacaktı...
Bulgaristan'dan devşirme halterci Naim Süleymanoğlu örtülü ödenekten ödenen dolarlarla Türk yapılıp dünya şampiyonu olunca güzel. Brezilyalı siyah oyuncu Aurelio, Türk olup Milli Takım'da oynayabilir.
Ama Mesut olmaz...
Peki olur...
Milliyetçi damar böyledir bizde bir anda Faşizme kayarsın...
İbrahim Altınsay çok güzel özetlemiş meseleyi: "Türkiye'deki Almanya maçında, Mesut yazılı formayla maça gideceğim..."