Sayfalar

21 Şubat 2011 Pazartesi

Ve nihayet Bal: Yusuf, O'na döndü...


"Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı.
Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.
Dönüş yalnız O'nadır"
Teğabun (Aldanma) Suresi (3. ayet)

Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'nin son filmi Bal, Berlin'den Altın Ayı ödülüyle dönünce birdenbire ilgi çekti. Beşiktaş, Levent, Mecidiyeköy gibi önemli bir bölgede tek sinemada gösterilmesi ne kadar hazin. Ancak dördüncü haftasına kadar vizyonda kalması da gerçekten şaşırtıcı. Gerçi her seansta 10 kişiden fazlası yoktu ama olsun.
Bir önceki yazıda üçlemenin iki filmi Yumurta ve Süt'ü ele alırken Bal'ı da izlersem klasik bir roman okumuş gibi olacağım demiştim. Gerçekten öyle oldu. Bal, görüntüleri, seslendirmesi ve senaryosuyla diğer iki filmin tamamlayıcısı ve ikisini de aşan bir film olmuş. İlk iki filmi izleyenler Bal da birçok sorunun yanıtını buldu. Ve Bal'dan ötekilere gönderme yapan ince mesajları anladı.
Bal kendi başına da tek film olarak müthiş ve etkileyici bir görsel şölen..
Ve bu üçlemeyi baştan sona ya da sondan başa doğru da izlemek değişik tatlar bırakacaktır...
Türkiye'de ve Avrupa'da çıkan eleştirilerin birçoğunu okudum.
Benim bakış açım ise Yönetmen Kaplanoğlu'nun da çok istediği gibi manevi mesajları ele almak olacak...
Dini kitaplarda ve halkların dilinde Yusuf'un hikayesi çok önemli bir yer tutar.
Urfa yöresinde bu öykü dini kaside olarak yer alır ve Sıra Geceleri'nin vazgeçilmezleri arasındadır.
Türküsü de ünlü sanatçılar tarafından söylenmektedir.
"Ben bir Yakup idim kendi halimde
Mevla'mın kelamı vardır dilimde
Yusuf'u kaybettim Kenan elinde..."
(Ahmet Uzungöl-Urfa türküsü)
Filmdeki Yusuf da tıpkı Yusuf Peygamber gibi rüyalar görmektedir. Babası Yakup'a söz eder onlardan o da yüksek sesle ve her yerde söylememesini tembih edip kulağına fısıldamasını ister. Kuran'daki Yusuf Suresi'nde bu durum şöyle anlatılır:
4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.
5. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.
6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
Bal'daki küçük Yusuf'un kaderi kutsal kitaptaki gibi önce binbir çile ve zahmetten sonra Mısır'a sultanlık olmuyor ancak manevi hazzı hissetmemek mümkün değil...
Yusuf; gerek 40'lı yaşlarındaki Yumurta'da gerek 20'li yaşlarındaki Süt'te ve 7 yaşlarındaki Bal'da hep bir arayış içinde...
Bu arayış baba figürüyle özdeş.
Seçilen mekanlar ve doğa görüntüleri ise tüyler ürpertici.
Filmde sessizliğin sesini dinliyorsunuz...
Bu da filmin ruhani havasını çok iyi yansıtıyor.
Ve tabii ki Yusuf'u oynayan minik Bora Atlas'ın olağanüstü halleri.
Kaplanoğlu'nun seçimi tam isabet...
Ve finalde Yusuf'un en büyük acıyla doğaya dönüşü..
Birçok ayette olduğu gibi Necm Suresi 42. ayet finali çok iyi anlatıyor:
"Şüphesiz en son varış Rabbinedir."

Not: Üstünden uzun bir süre geçti biliyorum, el atıp bir kenara koyduğum yazılardan biri... Ama silmeye de kıyamadım...

Soyadı gibiydi Gülgeç, güldü ve geçti gitti

Böyle gülen adam görmemiştim, sürekli espri yapar ve ortalığı çınlatan bir sesle gülerdi.  Cumhuriyet gazetesinde geçen o unutulmaz günlerde giriş katındaki karikatürcüler ekibi herkesin uğrak yeriydi. Çünkü sohbet, gırgır ve neşe hiç eksik olmazdı. Hele gazete içi dedikoduların onların dilinde ne hale geldiğini hepimiz merak ederdik. İsmail Gülgeç, Kamil Masaracı, Kemal Gökhan Gürses, Semih Poroy ve diğerleri...
Çalışırdık, üretirdik ve gülerdik hem de ağız dolusu...
Türkiye'nin zor günleriydi ancak biz Cumhuriyet gazetesinde daha vazonun kırılmadığı günlerde Hasan Cemal'in liderliğinde sadece ve sadece gazetecilik yapardık Başka türlüsünü bilmezdik çünkü...
İşte o günlerin müthiş ekibindeki adamlardan biriydi İsmail Gülgeç. İki ayağındaki eksikliğine rağmen koltuk değnekleriyle nasıl hızlı giderdi inanamazdınız. Özel yapılan direksiyondan idare edilen arabasını da bir kullanırdı ki...
Bir gün beni Cağaloğlu'ndan Sirkeci'ye bıraktı, abartmıyorum nefesim kesildi. Bir daha tövbe etmiştim...
Yazı İşleri Müdürümüz Okay abi (Gönensin) ile nasıl kapışırlardı. Geçenlerde yazdı zaten, odasına dalar çığlık kıyamet Okay abi kaçar o kovalardı...
Çizgileri ve zeka dolu esprileriyle süslenen karikatürleri hala müthiştir...
Hele kazaları ve sürücüleri eleştirdiği bir tanesi var ki hala aklımda...
İlk karedeki şöfor kare kare değişerek en sonunda at üstündeki akıncılara dönüyordu.
Sevgili kardeşim gazeteci Vedat Danacı'nın da dayısıydı...
Şöyle bir geçmişe baktım da son iki yılda ne çok insanı uğurladık yolu Cumhuriyet'ten geçmiş..
İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Sander abi, Mehmet Sucu, Abdül abi, Deniz Som... Ve en son İsmail abi...