Sayfalar

17 Nisan 2013 Çarşamba

Emek Sineması ve toplumsal bellek

Bir toplumu tanımlarken, onu oluşturan değerlerden söz edilir.
Dili, kültürü, gelenekleri en başta gelenlerdir.
Toplumsal hafıza da bunların içinde çok önemli bir yer tutar.
Bu hafıza bugünden yarına değil yüzyıllar içinde oluşur.
Orada anılar birikir, ortak bir yaşam tarzı oluşur sonra kuşaktan kuşağa aktarılarak kalıcılık sağlanır. İstanbul'un kozmopolit semti Beyoğlu'ndaki Emek Sineması da toplumsal hafızamızın önemli yerlerinden biriydi...
1884 yılında inşa edilen bina İstanbul Avcılar Kulübü, Rum Atletik Jimnastikhanesi, Yeni Sirk ve Tekerlekli Paten Pisti ve eğlence merkezi olarak hizmet vermiş.
1918'da elden geçirilip tiyatro olarak kapılarını açmış. Ve tarihler 1924'ü gösterirken Cumhuriyet döneminde, perdeleri sahne olarak değil sinema olarak açılmaya başlar.
Adı da Melek olacaktır. 1940'ta bina belediye tarafından satın alındıktan sonra 1957 yılında Emekli Sandığı'na devredilir. Ve kurum da burayı artık ölümsüzleşen Emek Sineması olarak işletmeye alır.
Büyük Caruzo, Denizciler Geliyor ve Yağmur Altında gibi popüler Hollywood müzikallerini gösteren sinema 9 Oscarlı Rüzgâr Gibi Geçti ile gişe rekorunu kırar.
 1958'de yeni adıyla açılan Emek Sineması'nda gösterilen ilk film, başrollerini Gina Lollobrigida ve Vittorio Gassman'ın oynadıkları Dünyanın En Güzel Kadını (La donna più bella del mondo) olur.
Bunları Bisiklet Hırsızları, Beyaz Geceler, Bazıları Sıcak Sever, Gurur ve İhtiras, Krallar Önde Gider, Brahms'ı Sever misiniz?, Batı Yakasının Hikâyesi, Harika Hırsız, İrlandalı Kız, 2001: Bir Uzay Destanı, Pink Floyd Duvar, Günaha Son Çağrı gibi her biri ses getiren ve bugün klasikler arasında yer alan filmler izler. Hakkâri'de Bir Mevsim, Selamsız Bandosu gibi Türk filmleri de Emek'in perdesinden geçen arasında yer alır.
Son teknolojileri de takip eden Emek'te "İrlandalı Kız" Türkiye'de 70 mm formatta ve 6 kanallı ses sistemiyle gösterilen ilk film olacaktır.
Emek 1993'te önemli bir restorasyondan geçirildikten sonra 2000 yılında da koltukları, perdesi, ses düzeni (Dolby Digital) elden geçirildikten sonra modern bir hale gelecektir.
İstiklal Caddesi'nden Galatasaray'a doğru yürürken sağa dönersiniz, az aşağıda soldaki bina Emek'tir.
Daha gişede başlardı o heyecan, sonra fuayesinde geçirilen vakitler.
Gong çaldıktan sonra yerinize oturup ışıklar kapanmadan o görkemli süslemeleri izlerdiniz.
Ve o muhteşem perde ağır ağır açılır.
Sinemanın büyüsünde kaybolursunuz.
Dünyada saygın bir yeri olan İstanbul Film Festivali'ne yıllarca ev sahipliği yapan Emek'ten kimler geldi, kimler geçti bir bilseniz.
Hiç unutmuyorum; festivalin ilk yıllarında çeviriler yan tarafa konan küçük bir masada oturan çevirmen tarafından mikrofonla spontane yapılırdı.
Bir keresinde gülmeyi de çeviri gibi yapınca homurtular yükselmişti.
Sonra oradan çıkınca ya İnci'de profiterol yerdik ya da Taksim Meydanı'ndaki Kristal büfede ıslak hamburgerle köpüklü ayranı içip evimize giderdik.
Kristal'in olduğu bina çoktan yol oldu, İnci'de oradan çıkarıldı. Emek'te malumunuz...
Başka söze gerek var mı?

Sınav sonuçları bize ne anlatıyor?

Üniversiteye girişte ilk basamak olan YGS sonuçları açıklandıktan sonra artık gelenekselleşen "ne olacak bu eğitim hali" tartışması da başladı...
Gençlerin geleceklerinin dönüm noktası olan sınav aynı zamanda ülkenin eğitimi göstergesinin de bir aynası gibi...
Sonuçlara ilişkin verilere bakınca hüzünlenmemek elde değil.
Yeğenimin okuduğu özel okulda yalnızca kendi sınıfında 6 öğrencinin 180 barajını geçemediğini duyunca çok şaşırdım.
İstanbul'da bile böyle bir durum oluşuyorsa vay halimize demek lazım...
Sınava giren adayların yüzde 72'sine denk gelen 1 milyon 303 bin 934 aday fen bilimleri testinde 5 adet soruyu bile doğru yanıtlayamamış.
Matematikte de adayların 840 bin 63'ü için aynı sonuç çıkarken, istatistiklerde bu yıl sıfırcı sayısının farklı tanımlama altında yapılmasına gerek duyulmuş.
Her yıl dikkatlerin ilk kaydığı, kamuoyunca 'sıfırcı' olarak bilinenlerin sayısının yer aldığı kategoride ilk kez iki farklı tanımlama yapıldı.
Buna göre, 'Testlerin hiçbirinde 0.5 veya üzeri ham puanı olmayan aday sayısı' kategorisinde 8 bin 586 adayın yer aldığı kaydedilirken, sınavdaki 'Dört testin en az ikisinde 0.5 veya üzeri ham puanı olmayan aday sayısı' diye bir yeni kategori oluşturuldu ve bu kategoride olanların sayısının 61 bin 36 olduğu bildirildi.
Geçen yıl bu kategorideki istatistik 'Puanları 0.5'ten küçük olduğu için puanı hesaplanmayan aday sayısı' şeklinde tek bir kategori altında ifade edilmiş ve sayının 50 bin 805 olmuştu.
Bu ayrıma ÖSYM yetkilileri bir açıklama yapmadı ancak anlaşılıyor ki "yine şu kadar öğrenci sıfır çekti" denmesin diye böyle bir uygulamaya gidilmiş.
Ancak rakamlara döküldüğünde tablo şöyle: Bu yıl sınavda sıfır çeken aday sayısı 8 bin 586. Bu rakam geçtiğimiz yıl sıfır çekenlerin sayısının 50 binden fazla olduğu göze alınırsa bir gelişme sayılabilir.
Uzmanlar bu durumu "balık" diye adlandırılan kolay soruların çokluğuna bağlıyor.
Ancak asıl belirleyici olan 180 barajını geçemeyenlerin sayısında bu yıl artış var. Eğitim uzmanları bu duruma Türkçe sorularının etkisine bağlıyor.
Geçen yıl Türkçe sorularının genel ortalaması 18 iken, 2013 YGS'de bu oran 16.8'e düşmüş. Her zaman öğrencileri zorlayan matematikte ise geçen yıl 6.92 olan ortalama bu yıl 7.5'a yükselmiş. Türkçe, sosyal bilgiler ve fendeki düşüşün internet bağımlılığının artmasına bağlanıyor.
Öğrencilerin kitap okumadığı için yorum yapamadığı, okuduğunu anlamadığı herkesin malumu. İnternet denen o heyulada kendilerini kaybettikleri için de karşılaştırma ve muhakeme yeteneklerinin zayıflamaları da da eklenince tablo netleşiyor.
Çok küçük yaşlarda bağımlılık başlayınca üniversite sıralarına gelince durum daha da vahim bir hale geliyor. Ne yazık ki böyle giderse tablo daha da kötüye gidebilir.
Çünkü internette hazır bilgiye hiçbir çaba sarf etmeden ulaşmak, oyunlar öğrenciyi sabırsızlaştırıyor. Ve bir an önce olsun bitsin diye bakıyor meseleye.
Hayatının en önemli dönemecinde zorlanıyor. Çünkü böyle alışmış. Bu yüzden daha ana okullarından başlayarak eğitimciler ve ailelerin el ele vererek alışkanlıkları değiştirmesi gerekiyor hem de acilen...
Bu yılki sınavda birinciliği paylaşan üç adayın da kız olması erkeklerin bu yarışta geriye düşmesi de önemli bir durum. Haşmet Babaoğlu geçen perşembe günü onları karşılaştırırken hayata bakışlarını da ele almıştı.
"Kızlarla erkekler arasındaki bu fark gitgide büyüyor. Ve merak ediyorum, acaba bu fark Yeni Türkiye'ye nasıl bir damga vuracak?" diye çok yerinde bir saptama yapmıştı. Siz ne dersiniz...

Ehliyet gerçekten aslanın ağzında mı?

Haberi biliyorsunuz birkaç gün önce gazeteler ayrıntılarıyla yazdı, televizyonlar da önemli bölümlerini mercek altına alıp tartıştı. Avrupa Birliği kriterleri gözetilerek hazırlanan yeni sürücü taslağı trafik konusundaki korkunç halimize çare olabilir. Düşünce güzel ancak uygulamada ne olacak orası meçhul ve umutsuz...
Ne demek istediğime geçmeden önce bir istatistik vereyim. Emniyet Müdürlüğü Trafik Dairesi'nin verilerine göre; 2013'ün ilk iki ayında toplam 47 bin 658 trafik kazası yaşanmış. 247 ölümlü kazada 300 kişi hayatını kaybederken 27 bin 34 kişi de yaralanmış. Jandarma bölgesindeki 4 bin 193 trafik kazasında da 118 kişi ölürken, 4 bin 663 kişi de yaralanmış.
Daha tatil dönemi başlamadan, uzun bayram araları gelmeden meydana gelen kazaların sayısı 50 bini aşmış durumda. Buna kayıtlara geçmeyen ufak tefek çarpmaları da eklersek durumun vehameti ortaya çıkar.
Peki kazalarda baş suçlu kim?
Tabi ki sürücüler.
Bu kusurlar, "Hızı yol, hava ve trafiğin gerektirdiği şartlara uydurmamak, kavşakta geçiş önceliğine uymamak, arkadan çarpmak" diye sıralanıyor.
Ocak ve Şubat aylarında 1 milyon 786 bin 867 trafik cezası kesilmiş, yüzbinlerce araç trafikten men edilmiş, yüzlerce kişinin ehliyetine el konmuş, para cezaları kesilmiş.
Peki caydırıcı olmuş mudur.
Bence de "hayır" yoksa "olabilir" diye bir cümlemi kuracaktınız...
"Evet" yanıtı şimdilik çok uzak ancak "olabilir"e gelmek için bir umudumuz var.
AB normlarına göre yeniden düzenlenen ehliyet sınavlarında iş baştan sıkı tutulacak. İkiye ayrılan sınavın birinci bölümünde, adayların emniyet kemeri, sinyal verme, direksiyon hakimiyeti, geri viteste kullanma gibi, değerlendirme yapılacak 20 kural belirlendi. Bu kurallardan birini hatalı yapan aday sınavda başarısız sayılacak.
İkinci bölümde ise kendisini geçmek isteyen araçlarla ilgili geçilme, durma, duraklama, indirme, yaya okul ve hemzemin geçitlerden geçme, çocuk, engelli, yaşlı ve bisikletli geçiş hakkı, geçiş üstünlüğü hakkına sahip araçlara geçiş izni verme, çevreye duyarlı (korna, gürültü) gibi 7 kural belirlendi. Bu kurallardan herhangi birini iki kez hatalı yapan aday sınavı geçemeyecek.
Halihazırda ehliyet alırken dur, kalk, trafikte kısa bir tur, tamam hayırlı olsunla iş bitiyor. Yeni uygulamayla direksiyon başında hata yapan bir kez daha sınava girdiğinde dikkat edecek, yani yanlış yapa yapa öğrenecek.
"Eğer bu kuralı ihlal edersem" ceza yerim diyecek.
Peki düşünce olarak pekala sonuç alınabilecek gibi duran sistemi işletebilecek miyiz, yani uygulamada ne olacak..
İşte meselenin en can alıcı noktası bu...
Her yola, her kavşağa, her aracın başına polis dikilemeyeceğine göre trafik canavarlarından nasıl kurtulacağız.
Bu kadar kaza niye oluyor sanıyorsunuz. Vurduymazlığımız bir yana, hiçbir kural tanımadan herkesin kendi doğrusu dayattığı bir ortamda başka ne beklenebilir ki.
Medeniyet yol yapmak, bina dikmekle olmuyor, toplum içindeki davranışlarımızdır öncelikli ve belirleyici olan. Trafikteki hallerimiz de bunun bir parçası...
Büyüklerine saygı, küçüklerine şefkat geleneğinden gelen bir toplumun bireylerinin sürücü koltuğuna oturduğunda başka bir şeye dönüşmesi nasıl bir şeydir anlayan beri gelsin.
Her şeye rağmen yeni sistemden umutlu olmak gerekiyor, başka çaremiz yok. Isracı ve takipçi olmalıyız.
Teknolojik gelişmelere hayranlık derecesinde uyum sağlayan yeni kuşaklar umarım bu konuda da herkese örnek olur...