Sayfalar

14 Aralık 2013 Cumartesi

Böyle casusluğa can kurban


Lamı cimi yok, Türkiye'nin en büyük sorunu trafik terörüdür. Her olayda yazılır çizilir ama bir türlü sonuç alınamaz. Yani unutulur gider.
Hıncal Abi (Uluç) yıllardır tek başına mücadele ediyor. Yetkilileri ve sorumluları hem de isimlerini de vererek göreve çağırıyor.
Tanık olduğu bir ihlali aracın plakasına, modeline varıncaya kadar yazarak teşhir ediyor.
Dünyadan örnekler verip kendi çözümlerini de anlatarak açıklıyor. Israrla işin takipçisi oluyor ama yetmiyor.
Nasıl yetsin, bu iş bilinçli bir eğitim ve sorumlulukla çözülebilir ancak.
Bugün Türkiye'nin herhangi bir kentinde örneğin trafik ışıklarında durun bakın. Bir dakika içinde en az üç beş ihlal göreceğinize adım kadar eminim.

Sarı yandı mı hızını azaltacağına, gazı kökleyenler, kırmızı yandıktan sonra hiç durmadan geçenler...
Uzar gider..
Kemeri bağlı olmadan cep telefonuyla konuşanlardan ise hiç söz etmeyelim. Artık sıradanlaştı...
Yahut da yaya durağından geçmeye çalışıyorsunuz.... Hem levha hem de çizgi olan bir yerdesiniz, kural "ışık olmayan yerde öncelik yayanındır" der. Kimin umurunda. Kırk yılın başı biri yol vermeye kalkar arkadan korna sesleri bağrışmalar, "yürüsene" diyenler...
Uyarmayı kalkan yayanın üstüne yürüyüp dövmeye kalkanı bile gördüm.
Şimdi yeni hazırlanan Trafik Kanunu Taslağı'nda daha önce yer almayan "yayalara geçiş üstünlüğü" geniş yer tutuyor. Başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerindeki gibi, yaya yola adımını attığı anda sürücüler artık durmak zorunda olacak.

Yola inen yayayı gördüğü halde durmayan sürücüye ceza kesilecek. Ancak kritik soru şu: Bu, Türkiye'de uygulanabilir mi?
Bir gazete Meclis'teki milletvekillerinden şöfor derneklerine kadar birçok kişiye sormuş. "Niye olmasın" diyen de var. "Hem sürücü hem de yaya eğitilsin" diyen de...

Bir dernek başkanı doğrudan yayayı suçluyor. "Bilinçsizce yola atlıyorlar asıl ceza onlara kesilsin" diyor ki durdum kaldım.
Bu işe "Her durumda önemli olan insan ve candır" diye başlamak gerekiyor. Başka türlü olmaz, olamaz...
Yeni taslağa gönüllü tüm vatandaşların fahri trafik müfettişleri gibi çalışmasına olanak verecek bir madde daha eklenmiş...
Buna göre, kameralı cep telefonu bulunan herkes trafik casusluğu yapabilecek.

Vatandaş aşırı hız, kırmızı ışık ihlali, emniyet kemeri, yasak park, araç kullanırken cep telefonu ile konuşma, hatalı sollama, araçtan sigara izmariti, çöp atma gibi eylemleri ya fotoğraflayarak tespit edecek ya da videoya çekecek.
81 il emniyetinde özel inceleme birimleri kurulacak. Sürücülerin kural ihlali tespitine ilişkin görüntüleri bu birimlerce incelenecek.
Fotoğraf ya da video görüntülerinde kural ihlali yapan araçların plakasının net biçimde görünmesi şartı aranacak.
İyi bir çözüm, böyle casusluğa can kurban... Ancak haksızlığa ve düşmanlık derecesine varan ölçüsüzce ihbar ve uyarıya da dikkat edilmesi gerekiyor.

Yani vur deyince öldürmemek lazım...
İşin özeti, artık trafikte binlerce Hıncal abi olacak...

Toz duman kalkarken öğretmenlerimiz...


Uzun süredir tartışılan dershaneler konusunda son nokta kondu: Kapatılacak.
Ancak tartışması sürecek bu kesin, çünkü bir şeyin doğası gereği ortadan yok olmuyor. Bu meselede yıllar içinde buralara geldi, birden hallolması mümkün değil.
Meseleyi siyasete taşıyıp belden aşağı vuranlar şunu unutmasın; eğitim bir ülkenin geleceğidir. Devlet kendi ayağına kurşun sıkmaz sıkmamalıdır, bu yüzden artık kontrol edilemez bir hale gelen dershaneler bir düzene sokulmalı.
Buradaki kritik nokta mağduriyetlerin olabildiğince aza indirgenmesidir.
Bu artık öyle bir yarış haline gelmişti ki, çocuk daha ana okulundayken ya da lise hazırlık sınıfında dershane kapılarına yığılıyor.

Niye, çünkü son sınıfa doğru kontenjan kalmıyor. Niye, çünkü okuldaki durumunu da düşünmesi lazım.
Ve gitgide okullar artık amaç olmaktan çıkıp araç haline gelmişti.

Okulda ödev verilirken ya da ders anlatılırken nasılsa dershanede çözersiniz mantığı işliyordu. Yani sorumluluk alınmıyordu...
İşin bir de ekonomik boyutu var ki, o da gözden kaçırılacak gibi değil. Bu devasa cirolar tabi ki iştah kabartıyordu.

Önce büyük kentlere ardından neredeyse Anadolu'nun her yerine ilçelere kadar yayılan bir ağdan söz ediyoruz. Açıldıkta açılan dershanelere gitmesen olmuyor.
Çocuk bir bakıyor herkes orada eli mecbur...
Aileler de ne yapsın "çocuğum geri kalmasın" diyerek çocuğunu yazdırıyor.
Neredeyse astronomik rakamlara varan ücretler taksitlerle binbir sıkıntıyla ödeniyor.
Geçen yıllarda dershane senedini ödeyemediği için hapse düşen bir veli bile olmuştu.

Bu sadece medyaya yansıyandı, daha kimbilir neler neler oluyordur.
Burada ciddiyetle ele alınması ve çözülmesi gereken dershanelerdeki öğretmenlerin durumudur.

Merdiven altında, donanımsız ve iş bilmeyen ehliyetsizler tabii ki elenecektir.
ocuklarımızın geleceğini onlara teslim edemeyiz.

Ancak on binlere varan bu gerçek eğitim ordusu ailesini geçindiriyor ve dolayısıyla mağdur olmaları kaçınılmazdır.
Hükümet, dershaneleri okullaşmaya ve sistemin içine çağırırken öğretmenleri de unutmamalı.
İkincisi de yılların alışkanlığıyla sırtını buralara dayayıp sistemin kurbanı olan öğrenciler...
Artık okullar eskiden olduğu ve olması gerektiği gibi öğrencilere tam anlamıyla eğitim vermelidir.
Bu vesileyle 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde eğitimcilerimizi saygıyla selamlıyorum...