Sayfalar

2 Haziran 2015 Salı

'Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım'

100 yıl önce ülkeler 1. Dünya Savaşı'na girerken böylesi bir felaketle karşılaşacaklarını öngörmemişti. Osmanlı İmparatorluğu'da bu savaşta yerini aldı, birçok cephede savaştı ve yarım milyon insanını yitirdi. Tüm dünyada 16 milyon insanın hayatına mâl olan savaş belki dört yıl sürdü ama yaraları hâlâ kanıyor...


Üstünden tam 100 yıl geçti. Ulus devletlerin ortaya çıkışı, frenlenemeyen milliyetçilik, endüstrileşmenin hırsıyla paylaşım hesapları kaçınılmaz sonu getirmişti. 1914 yılının 28 Temmuz'unda başlayan ateş 1918'de kesildiğinde ilk küresel savaşın yarattığı yıkımın dehşeti ortaya çıkmıştı. Yaklaşık 16 milyon insan hayatını yitirmişti. Geride kalan 20 milyon yaralı ve 8 milyona yakın esir ve kayıp da savaşın acımasız bilançosuna yazılmıştı.
Tank, makineli silahlar, denizaltı, uçak-zeplin, zehirli gaz, mayın ilk kez bu savaşta kullanılmıştı. Osmanlı dahil üç imparatorluk tarihe karışmış, sınırlar yeniden çizilmiş, yeni ideolojiler ortaya çıkmıştı. Ancak hiçbir şey yaşanmamış gibi 20 yıl sonra Avrupa yeniden birbirinin gırtlağına sarılmış tüm dünyayı da bataklığın içine çekmişti. (2. Dünya Savaşı)
Aradan geçen 100 yıla rağmen insanoğlu kendi eliyle yarattığı en büyük yıkımın, en büyük felaketin yaralarını hâlâ saramadı. Halının altına süpürülen sorunlar yıllar içinde bir bir ortaya çıktı. 1980'li yılların sonu Avrupa'daki çalkantıyla geçirildi. 90'lı yıllarda ise Balkanlar'daki vahşet (Yugoslavya'nın parçalanması) yaşandı.
Kafkaslar hâlâ durulmadı. İçin için yanan pamuk gibi arada bir alevleniyor. Mısır başta olmak üzere, Libya, Tunus, Cezayir'de hep sorunlar yaşandı, yaşanıyor.
Ortadoğu ise hiç durulmadı. Çok nadir barış geldi 100 yılda bu topraklara. Bugün Irak, Kerkük, Kobani, Filistin hiç gündemden düşmüyorsa sebebi 1. Dünya Savaşı'dır. Savaş bittikten sonra yapılan barış anlaşması aslında yeni savaş ilanlarından farksızdı.
Bu yüzden o anlaşmalara "Barışa Son Veren Barış" deniyor... Avrupa 2014 yılını, yaşadığı büyük acının hakkını vererek geçirdi. Yeni gelişmeler ışığında konferanslar, paneller, oturumlar, kitaplar, araştırmalar, filmler, belgeseller birbirini izledi.

DÖRT BİR YANDA CEPHE

100 yıl önce bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand'ı öldürdüğü Saraybosna anmaların başladığı yer oldu. Bu anmalara Türkiye'den katılan tek tarihçi Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan'dı. Halbuki savaşın en önemli parçalarından biri de Osmanlı'ydı ve sonuçta en çok etkilenen ülkelerin başında geliyordu.

Dördü ana dördü de tali olmak üzere sekiz cephede savaşa giren Osmanlı 2 milyon 800 bin kişiyi silah altına aldı. Çanakkale, Kafkasya, Irak, Filistin, Galiçya (Polonya), Romanya, Makedonya, Selanik, Libya, Arabistan, Hicaz, Asir ve Yemen'e kadar yayılan cephelerde savaştı. Avrupa'nın hasta adam olarak nitelediği Mehmetçik "kötü bir ordu, savaşacak durumda değil" raporlarına rağmen Çanakkale başta olmak üzere büyük işler yaptı.
Ancak zafer için göğüs göğüse savaşmak yetmiyordu.
Cephane, giyecek ve gıda en büyük sorundu. Askerler 50 derece sıcaklığın yaşandığı Irak'tan eksi 30'lara düşen soğukta Galiçya, Sarıkamış cephelerine sürülüyordu. Yeterince beslenemiyorlardı. Etkili ve vurucu silahları yoktu. Ardı ardına salgın hastalıklar başgösterdi. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa ve bir Alman general tifüsten hayatını kaybetti. Yarım milyon insan şehit oldu ya da yaralandıktan sonra yitirildi. 1 milyonu aşkın yaralı ve hasta vardı. İnsan gücü eridi, tarım etkilendi, ekonomi çöktü.
1. Dünya Savaşı dört yıl sürdü ancak savaş bizim için kesintisiz 10 yıl süren büyük bir dilimi kapsadı. 1912'de patlak veren ve iki yıl süren Balkan Savaşı'yla 550 yıl hüküm sürdüğü Rumeli'yi kaybeden Osmanlı ekonomik ve askeri yıkımın yaralarını saramadan İttihatçılar'ın oldu bittisiyle Dünya Savaşı'na girmişti.
Ardından Kurtuluş Savaşı başlamış ve 1922'ye kadar Anadolu durulmamıştı. İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde "Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım" diye seslenecek sonra da "Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi" demekten kendini alamayacaktı.

BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN

1. Dünya Savaşı'na girip girmemek, İttihat Terakki'nin ihtirasları o dönemin sorunlarıydı ancak Ermeni tehciri ve Kürt meselesi bugüne miras kaldı.
Ortadoğu'da, Kafkaslar'da Balkanlar'da birisi hapşırsa Türkiye "çok yaşa" deyip kulak kabartmak zorunda. Yaygın söylemle o günlerde cetvelle çizilen sınırların ötesinde Osmanlı'dan miras insanlarımız yaşıyor. Bunlara kayıtsız kalamayız, kalmamalıyız o yüzden 100 yıl sonra 1. Dünya Savaşı'nın nedenlerini, sonuçlarını çok daha iyi bilmek gerekiyor.
Resmi söylemin kırılmaya başlaması, gerçeklerin gün yüzüne çıkması ardı ardına yayınlanan anılar, belgeler ışığında tarihi önyargılardan uzak değerlendirmek gerekiyor.
Siyasi ve ekonomik hırslar uğruna savaşa gönderilen milyonlarca askerin yanı sıra bir o kadar sivilin bir mezar taşı bile yok.
Atatürk'ün bizimkilerden ayırmadan andığı Anzak askerlerine hitabı gibi ölen kahramanların hepsi saygıyı hak ediyor. Ruhları şad olsun ve bir daha savaş olmasın...

(Sabah Kitap ekinin Aralık 2014 sayısında yayınlanmıştır.)

Sararmış defterler ve fotoğraflar bize bakıyor


1. Dünya Savaşı'nın en büyük cephelerinden birini Osmanlı İmparatorluğu açmıştı. Kendi sınırları dışında ittifak yaptığı Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'a destek olmak için Galiçya'ya (Polonya) bile gitmişti. Avrupa, Asya ve Afrika'ya yayılmış bu cephelerde yaşananlar birbiri ardına ortaya çıkmaya başladı. Üst rütbeli askerlerin yazdıkları anıların dışında kıyıda köşede, eski Türkçe ile yazılmış notlar, defterler aileler tarafından ortaya çıkarılmaya başladı. Biz de sararmış defterler ve fotoğraflar arasından bir seçki hazırladık. Okyanusta bir damla misali ancak her bir satırı tonlarca yük ağırlığında anılar. Okurken gözyaşlarınızı tutamayacaksınız...

Çanakkale Cephesi: 1 günlük 2 şehit

İstanbullu 21 yaşındaki Teğmen İbrahim Naci, Çanakkale cephesindeki 29 gününü tuttuğu günlüğe yazdı. İbrahim Naci, Kerevizdere'de 21 Haziran 1915 pazartesi günü şu satırları yazdıktan sonra şehit düştü. "Saat 7.00. Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz. Allah hayreylesin. Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor. Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık."

Günlügü okuyan bölük komutanı Yüzbaşı Bedri Efendi de devamındaki sayfaya şu satırları yazar:
" Zavallı Naci! Evladım gibi sevdiğim yavrum. Defterine emanet ettiğin gizili duygularını bir peder, bir ağabey yakınlığıyla okudum. Bundandolayı bana darılmaz ve hatalı bulmazsın değil mi?.. Naci, sen ve emsalin ölmediniz, bir iki kazma darbesiyle oyulmuş bir çukura gömülmediniz; siz büyük Türklüğün Müslümanlığın sinesinde hürmet ve saygıyla yaşayacaksınız!.."
Bu satırları yazan bölük komutanı da 12 gün sonra 2 Temmuz 1915'te şehit düşer, son satırları ise tabur imamı ve katibi yazacaktır.
"Acı hatıralarım aileme ulaşabilecek mi" diye soran Teğmen İbrahim naci'nin isteği tam 98 yıl sonra yerine gelecek ve kitap haline getirilecektir.
(Allahaısmarladık- Teğmen İbrahim Naci- Yeditepe Yayınları)

Sarıkamış Cephesi

Ruslara esir düşen Halil Bey:
"Esir düşmüştüm artık, Allah'ım, ya Rabbim acı bizlere... Şimdi bir esirdim ve hürriyetim bitmişti. Ağlamak, yine ağlamak geliyordu içimden, ama ne fayda! Sanki ne vardı kurşunlayıp öldürselerdi, her şey ve bütün macera biterdi. Kendi kendime kızıyordum, içim kan ağlıyordu. Niçin elimde fırsat henüz fırsat varken beynime bir kurşun sıkmamıştım. Bütün bunları düşünürken ayakta duracak takatim kalmamıştı. Sendeliyordum. Bütün sinirlerim çözülmüştü, düşecektim. Ben bu buhranlar ve düşüncelerle kıvranırken, derinlerden gelen bir ses bana: 'Toplan, kendine gel, iradeni yitirme, ona hakim ol' diyordu."
(Elveda Vatanım Elveda Esir kampları) Ergun Hiçyılmaz. Destek yayınları

Sibirya günlükleri:

Yine bu seneyi de esarette binbir türlü düşünceler arasında geçiriyoruz. Bir taraftan Ruslar Erzincan'ı geçmiş, İngilizler Bağdat'a yaklaşmış; diğer taraflarda ailelerimizden bir haber yok. Esaretin günden güne verdiği ızdırabı da artmakta... Her zaman her taraftan derin bir meçhuliyet. Ya Rab seni bari hiç olmazsa çekilen azap ve ızdırapları, katlanılan müthiş mahrumiyetleri telafi edecek mülk ve milleti tes'ide hadim bir sulh nasip eyle ki şimdiye kadar Garplıların muhkum-ı zulmü olan sevgili, zavallı Türkiyemiz yükselsin, tahkir edilen Türk bayrakları her tarafta şanla dalgalansın. biz de şad olalım...
(Kibrit Kutusundaki Sarıkamış - Sibirya Günlükleri M. Fuad Tokad -Timaş Yayınları)


Sarıkamış Cephesi...

Fırka (tümen) yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kilogramdı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kanatlarına oturuyorlardı. Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfeklerini bacaklarının arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı.
Binbaşı Ziya Bey (Sarıkamış'tan Esarete Haz: Sami Önal- Remzi Kitabevi)

Galiçya Cephesi...

1916 Ağustos sonları... Teğmen Mehmet Şevki'nin anılarından:
Ruslar'ın hazırlığını gören Mehmetçikler, "Gavurun bugün taarruzu var, sıkı durmalı" diyor.
Her an sizi paramparça edip havaya savurması ihtimali olan bu mermi yağmuru altında beklemenin dehşetini hayal edebilir misiniz? Ayakları bağlanmış, bıçağı bekleyen kuzunun hali bile buradaki insan yavrusunun halinden çok az acıklıdır. Bir ara siperinin dar hendeğine ben, Bergamalı Mustafa Onbaşı, Ali Çavuş ve birkaç nefer sıkışmış oturuyoruz. Yüzlerimizde acı bir gülümseme, kalplerde bir sıkıntı; ne kimse konuşuyor ne de konuşma arzusu var. Sağdan soldan yaralı sesleri geliyor ve biz mermilerin düşüşünü sayıyoruz. (Atlas Tarih)

Romanya Cephesi

74. alay subaylarından Üsteğmen Galip Efendi:
Gençlik bu! Savaş kim kulak asar. Kimimiz Aydın'da bıraktığı teyze kızından, kimimiz Üsküdar'da gizli kapaklı mektuplaştığı ezkede güzelinden, kimimizde Kadıköy'de Moda'da Allah7a emanet olan sevgilisinden hasretle bahsediyorduk. Birden zeminliğin kapısına şiddetle vuruldu, arkadan da Rusça bir şeyler söylendiğini duyduk. Baskına uğramıştık. Parabellum tabancalır çektik, kapıya doğru ateş ettik ve kapıyı birden açtık. Attığmız kurşunlarla vurulmuş Moskof zabitleri yere serilmiş yatıyorlardı.

Kuzey Afrika

Teğmen İhsan Efendi (Aksoley) Alman denizaltısından bildiriyor.
Su üzerine çıktığımız zaman ben de kumandanla birlikte kaptan kulesine çıktım. Hava iyice kararmıştı. 4-5 saat su altında kaldığımızı tahmin ediyorum. kumandan hedef küçültmek için meyilli bir vaziyet aldığımızı ve denizaltı gemisine bir su bombasının sürünerek geçtiğini söyledi.

(Sabah Kitap Aralık 2014 sayısında yayınlanmıştır.)

Savaşın stratejisi

Dünyanın başına gelen en büyük küresel felaketi ayrıntılarıyla kaleme alan İngiliz gazeteci ve askeri stratejist Basil Liddell Hart'ın 1. Dünya Savaşı kitabı yeni baskısıyla piyasaya çıktı


Geride bıraktığımız yıl Birinci Dünya Savaşı'nın 100. yılıydı.
1914'te başlayıp 1918'de biten savaşın her cephede, her ülkede ayrı ayrı hikayeleri var. 2014 yılı boyunca dünya bu acı olayı filmler, kitaplar, söyleşiler ve konferanslarla andı. Bu yıldan başlayarak dört yıl boyunca yeni anmalara tanık olacağız.
Geçen pazar Osmanlı'nın en büyük cephelerinden biri olan Sarıkamış Harekatı'nın 100. yıl dönümüydü. 22 Aralık 1914'te başlayıp 5 Ocak 1915'e kadar süren harekatta kısa bir sürede yaklaşık 60 bin Mehmetçik neredeyse tek kurşun atmadan o dağlarda donmuştu. Türkiye'nin dört bir yanından gelen onbinlerce kişi, askerlerin geçtiği o yoldan yürüyüp o acı günleri unutmadığını gösterdi. Birkaç ay sonra da Çanakkale Savaşı'nın anmaları başlayacak.
Dünyanın başına gelen en büyük küresel felaketi ayrıntılarıyla kaleme alan İngiliz gazeteci ve askeri stratejist Basil Liddell Hart'ın Birinci Dünya Savaşı adlı kitabı yeni baskısıyla piyasaya çıktı.

20. yüzyılın en büyük askeri dehalarından biri kabul edilen Hart, Birinci Dünya Savaşı'nda yaralandıktan sonra cephe gerisinde görev yapmış bir isim. Savaş Bakanlığı'nda özel danışmanlık da yapan Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi kitabı dahil 30 kitap yazdı.
Hart, büyük bir özverinin ve çalışmanın ürünü olan çalışmasında haritalar, kişiler, resimler ve en ince ayrıntısına kadar, adını bile duymadığınız cepheleri anlatıyor. Hart, 19. yüzyılda yaşayan ve Savaş Üzerine adlı kitabıyla çağdaşlarını, meslektaşlarını ve askeri tarihçileri derinden etkileyen Prusyalı general ve askeri düşünür Clausewitz'in "Zaferin bedeli kandır", "Harpte tek bir amacımız vardır: Muharebe" ilkelerinden farklı bir tezi savunuyordu.
İngiliz yazar Hart, Clausewitz'in ele aldığı gibi savaşı sadece taktik yönden değil, dolaylı bir strateji geliştirilmesini önererek yirminci yüzyılın tartışılan bir askeri tarihçi ve düşünürü oldu. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Kerim Bağrıaçık'ın çevirisiyle yayınlanan kitapta, Hart, entelektüel bir askerin analitik yaklaşımı ile kendi tecrübelerini birleştirdiği yorumunda makineli tüfek, uçak, zehirli gaz, denizaltı ve geliştirilmesinde bizzat rol oynadığı tank gibi devrimsel yeni icatların etkisini; makineleşmiş orduların tarihteki bu ilk karşılaşması sırasında etten kemikten insanların çektikleri azabı ve oluşan çıkmazı aşmaya çalışan stratejistlerin kararlarını masaya yatırıyor.

(Sabah Kitap Aralık 2014 sayısında yayınlanmıştır.)

Alzas'da tatlı bir huzur



Heidi çizgi filmlerinden fırlamış bir kasaba burası. Adı Riquewihr. Ortaçağ'dan izlerin hala korunduğu bu şirin yerin tarihi 1291'e kadar gidiyor. Turistlerin uğrak yeri olan bölgeyi korumak için yapılan hendekler, kalenin rampaları yerli yerinde duruyor.

Baştan söyleyelim kızmaca darılmaca yok. Bir yere gittiğinizde derler ya, "Yediğin içtiğin
senin olsun, bize gördüklerini anlat." 
Bu öyle bir yazıdır, yemeyi içmeyi şehvetle severim, hatta kendi çapımda gurme bile sayılırım. Ama benimki Edirne'den öteye gitmez. Yani ben buraların meraklısıyım. Gelelim meselemize. Geçen ay Fransa'nın Almanya sınırındaki hatta İsviçre'ye de bir yandan komşu Alzas bölgesindeydim... Paris, Marsilya, Toulon, Lyon'u görmüştüm. Akdeniz sahilindeki şehirler köyler arasından geçerek jet sosyetenin gözdesi Saint Tropez'de acayip havalı bir otelde kalmışlığım da vardı. Ancak Alzas bölgesi farklı bir yer. Başkenti de Strasbourg... 
Yeri gelmişken bölgedeki Türkler'in en büyük şikayetini de aktaralım: Türkiye'deki havayolları buraya direkt uçmuyor. THY 2007'ye kadar sefer yapmış sonra da bırakmış. Buraya ulaşmak için iki yol var. Ya Almanya'nın Stuttgart kentine uçup otobüsle ulaşacaksınız. Ya da bizim yaptığımız gibi üç ülkenin ortak kullandığı Basel'deki EuroAirport Havaalanı'na gideceksiniz. Mulhouse kapısından Fransa'ya, Freiburg'tan Almanya'ya, Basel'den de İsviçre'ye çıkış yapılıyor. Havaalanından St. Louis istasyonuna beş dakikalık otobüs yolculuğundan sonra trenle Strasbourg 1.5 saat sürüyor. 
Strasbourg'un tam merkezindeki Norte Dame Katedrali bin yıllık bir ibadethane. Kentin her yerinden görünüyor, ona göre yön tayin edebilirsiniz

Burası Brüksel'le birlikte Avrupa Birliği'nin başkentlerinden biri belki de birincisi... Adını basından çok sık duyduğumuz Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu burada. Türkiye'deki iç hukuk tüketildikten sonra başvurulan son adres olan Avrupa İnsan Hakları Merkezi'ne de ev sahipliği yapıyor. 1988'de UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi'ne dahil edilen kent bir öğrenci bölgesi aynı zamanda... Adım başı rastlanan üniversiteler, dil okulları ve kolejleriyle başka bir yer burası... Zaten benim de gidiş amacım oydu... 
Ancak orada tanıştığım gazeteci Fahri Ekmekci ve eşi Gülboy sayesinde harika bir tatile dönüştü ziyaretimiz... Tarih boyunca bir Almanların bir Fransızların olmuş Alzas bölgesi... En son 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransızlar'da kalmış ancak yer ve bölge adlarının çoğunda Alman etkisi hâlâ hissediliyor. Almanca vatan anlamına gelen Heim kelimesiyle biten yer adlarına hiç dokunulmamış. Zaten iki kültürün etkilerini taşıyan bölgede Alsazca dili de konuşuluyor... Üzüm ve şarapçılık çok eskilere dayanıyor buralarda... Çevredeki bir Nazi Kampı ki burayı sonra yazacağım... Tarihi manastır, şato ve şirin Ortaçağ kasabaları ve yeşilliğiyle kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Kentin sakinliği, ulaşımın rahatlığını da ekleyelim. 
Son söz: "Bir tatlı huzur almaya geldik Strasbourg'tan..." 




Ortaçağ şatosu Haut- Koenigsbourg Alzas'ın verimli topraklarına tepeden bakan bir yerde kurulmuş. Tarihi 1400'lü yıllara ve Habsburg sülalesine dayanıyor. Mustafa Kemal askeri ateşe iken bölgedeki bir hastanede tedavi görmüş ve burayı da ziyaret etmiş. İmzaladığı ziyaretçi defterini Fahri Ekmekçi gazetesinde yayınlamış.


KARŞI YAKA ALMANYA
Birçok insanın işyeri Strasbourg'da olmasına rağmen Almanya'da oturuyor. Tıpkı İstanbul'un Anadolu yakasında oturup Avrupa'da çalışanlar gibi... Almanya'nın Kehl Kasabası'nı Rehn nehri ayırıyor. Yürüyerek bir saatte ulaşmak mümkün. Köprünün tam ortasında durup iki ülkeyi ayıran sınırdan bakıp da Kehl'deki iki minareli camiyi görünce "Tamam Almanya'ya geldik" diyorsunuz. Her yerde Türk'e rastlamak mümkün desem ilginç olmaz herhalde. Yemek sektörü başta olmak üzere birçok iş kolunda başarıyla çalışıyorlar. 


Azize Odil Manastırı (Saint Odile) Hıristiyanlar için önemli bir yer. Bin yılında yaşamış azizenin ovaya tepeden bakan manastıra gelenler hacı oluyor ve kutsal sudan içiyor.

Fahri Ekmekçi ve eşi Gülboy 40 yıldır Fransa'da yaşıyor. Çifte vatandaş Ekmekçi, Galatasaray Lisesi ve Siyasal'ı bitirdikten Strasbourg'a yerleşip evlenmiş. Eşi yedi yaşından beri orada... Serbest gazetecilik ve turizm işiyle uğraşıyor. Objektif adlı gazetesini üç ülkedeki Türkler'e dağıtıyor. Bizi Schherwiller kasabasındaki ünlü bir restorana götürdüler: La Couronne. Ünlü yemekleri Tarte flambee'den tattık. Daha doğrusu her bir çeşidiyle nefes alamaz hale geldik.
(Sabah gazetesinin Tatil ekinde yayınlanmıştır. 13 Ağustos 2014)