Sayfalar

30 Ocak 2016 Cumartesi

Klasikler ölümsüzdür


"Okuyacak bir şey bulamıyorum" diyor.
"Var mı tavsiye edeceğin şöyle sıkı bir kitap."
Çok duydum bu yakınmayı, iyi bir film, iyi bir şarkı diyenleri de vardır. Filmi, müziği anlarım da kitap hem de iyi bir kitap... 
Orada durmak lazım, kim neye göre hangi kriterlere göre tavsiye veriyor.
Postmodern çağ başdöndürücü bir hızla her şeyi farklılaştırıyor: eskitiyor ya da başka bir boyuta taşıyor. Hayatlarımız, ilişkilerimiz, sevinçler, üzüntüler, yaşama kültürü, gelenekler, siyaset, spor, eğitim, giyim kuşam, tarzlar, konuşma biçimleri her şeyi yeniden dizayn ediyor...
Buna edebiyat da dahil.
Eleştirmen Semih Gümüş bir süredir popüler kültür parantezinde edebiyatın nereden gelip nereye gittiğini tartışıyor.
"Anlatacak hikâyeleri olduğunu düşünen pek çok kişi, edebiyatın aslında ne olduğunu sorgulamadan romanlar ve öyküler yazıyor. Benim hayatım roman, sözünün roman olmadığını nasıl anlatmalı. Senin hayatın, hayat işte, o kadar, onun roman olabilmesi için roman yazman gerekir, hikâye anlatman değil."
Dünyadaki büyük dönüşümler ya da çok kullanılan ifadeyle kırılma anları aynı zamanda kültür ve sanatın en verimli dönemleridir.
Fransız ihtilali, tarihin akışını değiştiren savaşlar, taht kavgaları, 1917 Devrimi, Gandi'nin isyanı, Güney Afrika'nın başkaldırışı, Amerikan iç savaşı, Latin Amerika'nın direnişi toplumların hayatını alt üst etmiştir.
Pulitzer ödüllü yazar Jennifer Egan "Okumak ilginç işler yapmayı besler" sözüyle yola çıkarak 125 Amerikalı ve İngiliz yazarla yaptığı anketle tüm zamanların en iyi yazar ve kitaplarını seçti.
10 yazarın birinci sırasında benim de en sevdiğim Tolstoy var.
Sıralama William Shakespeare, James Joyce, Vladimir Nabokov, Fyodor Dostoyevski, William Faulkner, Charles Dickens, Anton Çehov, Gustave Flaubert,
Jane Austen şeklinde gidiyor. Çok satanlar listelerinde boy gösterenler her daim değişiyor ancak klasikler gücünü ve en iyi olma özelliğini hâlâ koruyor.
Acaba Türk edebiyatında da böyle bir sıralama yapılabilir mi diye düşünmüştüm.
Yeni yayınlanan Selim İleri'nin Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu kitabıyla kesinlikle emin oldum.
Evet yapılabilir...
Edebiyatımızın yüz akı Selim İleri önemli bir romancı aynı zamanda da iyi bir okur. Kitabında yılların okur birikimiyle 1874'ten 1980'e uzanan, 229 romanı ele almış. Her kitaba yayınlandığı dönemdeki eleştirileri de koymuş. Kendi değerlendirmesini de yapan Selim İleri'nin emeğinin değeri ilerde daha iyi anlaşılacak.
Eleştirmenlerin piri Fethi Naci'nin 1981 basımı "100 Soruda Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme" kitabı büyük bir eksiği kapatmıştı. Selim İleri o bayrağı daha da ileri taşıyor.
19. yüzyılda başlayan roman tarihimiz aynı zamanda bu toprakların büyük dönüşümlerine de tanıklık etti. Osmanlı'dan bu yana değişen toplum, hayatlar, kültür, kuşak farkları, siyaset, gelenekler, erkek-kadın ilişkileri, feodalite, savaşlar, köy-kent karmaşası, sınıflar arası çatışma, edebiyatımızın büyük görkemli resminde kendine yer buldu.
Gerçek edebiyatçı kimdir ve nasıl değerli bir yazar olunurun yanıtları da burada saklı. Evet, edebiyatçı çağının tanığıdır hatta dünya kurulduğundan bu yana tüm zamanların tanığı, aynı zamanda geleceğin de... 
Umudun, barışın, sevginin ve hayatın anlamını biriktirir, fazlalıkları temizler, usta işçiliğiyle sözcüklere hayat verir. Bin düşünür, bir yazar ve tarihe geçer.
Selim İleri ve Fethi Naci'nin rehberliğinde sevdiğim, okuduğum edebiyatçılardan küçük bir seçki hazırladım. Son yılların birbirinden değerli genç ve gelecek vaat eden yazarlarının affına sığınarak eskilere uzandım. Yaz gelirken ne okumalı, listelerinden farklı bir sıralama...
İyi edebiyat ve iyi yazarlar...

ALAFRANGADAN CUMHURİYET'E

- Tanzimatla gelen Batılılaşmanın ortaya çıkardığı alafranga züppe tipini ilk kez ele alan Ahmet Mithat Efendi Felatun Bey ile Rakım Efendi, Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası adlı romanında Bihruz Bey... Recaizade romanında 1889'ların o günlerin İstanbul'unu da tasvir eder. Ramazan gecelerini, kadınların ve erkeklerin giyim kuşamlarını, belirli çevrelerin eğlence hayatını bir belgesel film gibi anlatır.
- Hüseyin Rahmi Gürpınar Şıpsevdi'deki züppesi Metun Bey ise hem tip olarak hem de varlık olarak züğürttür.
- Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kiralık Konak'ta tarihsel bir devreden söz ediyor. Üç ayrı kuşağın aracılığıyla toplumsal hayatın nereye gittiğini anlatıyor. Sodom ve Gomore kitabında ise kendi toplumuna hava atan züppeler yerini yabancılara bırakmıştır. İşgal İstanbul'unda İngiliz, Fransız, İtalyanlarla işbirliği yapan işbirlikçi alafranga tipler boy gösterir. Bir Sürgün romanında ise İttihat ve Terakkili yıllara döner. Ankara romanında Cumhuriyet'in kuruluşunda başkentteki toplumsal değişimi inceler.
- Batılılaşmanın bir aşk romanında ele alındığı Halid Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu kitabı
yazıldıktan 115 yıl sonra bile zevkle okunuyor. Eleştirmenlere göre ilk gerçek Türk romanı olan Aşk-ı Memnu'nun filmi çekildi, dizisi bile yapıldı.
- Fatih- Harbiye Tramvayı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nun yazarı Peyami Safa ise Doğu ve Batı'yı değerler üzerinden ele alıyor. Batı para, çıkar ve hazza dayalıdır. Doğu ise Türk-İslam uygarlığından gelen manevi değerler ve dine dayalı bir ahlak anlayışı üstünden yükselir.
- İşte Türk dilinde yazılmış en güzel aşk romanı Huzur. En sevdiğim yazar Ahmet Hamdi Tanpınar aşk romanının çevresine bir üçüncü sevgili daha eklemiş: İstanbul. Kent bir sevgili gibi romanda gezinip durur. Cumhuriyet dönemindeki Doğu- Batı çatışması, aydının huzursuzluğu da boy gösterir.
- Kurtuluş Savaşı'na katılmış bizzat tanıklık etmiş Halide Edip, Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye adlı romanlarıyla Anadolu'ya açılmıştır. Abdülhamit dönemi ve Jön Türkler'i ele aldığı ünlü kitabı Sinekli Bakkal ve Tatarcık da töre romanları olarak dikkati çekerler.
- Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul'u... Abdülhamit dönemi, 2. Meşrutiyet ve İttihat Terakki dönemi ile Mütareke İstanbul'u... Kısaca Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının romanı...
- Nahid Sırrı Örik'in o döneme yapılan eleştirilere itirazı vardır. Abdülhamit Düşerken romanınında padişahtan yanadır, ona haksızlık yaplıdığı kanısındadır.
- Büyük romancı Kemal Tahir Kurt Kanunu'nda İttihat ve Terakki'nin tükenişini yazar. Cumhuriyet'in ilanından sonra İzmir Suikastinin hazırlanışı, İttihatçıların temizlenişini yazar. CHP'nin icraatlarını kıyasıya eleştirir. Yorgun Savaşçı da ise Kurtuluş Savaşı döneminin önceki ve sonraki zamanları gözler önüne serilir. (Kitapla ilgili hazin bir not: 1980'li yıllarda TRT'nin çektirdiği dizi gösterime girmeden yakılmıştı.)
- Tarık Buğra'nın büyük sükse yapan ve dizisi de çekilen Küçük Ağa'sı ise özel bir yere sahip. Kurtuluş Savaşı'na vaazları ve cephedeki mücadelesiyle katkıda bulunan İstanbullu Hoca karakterini dizide Çetin Tekindor başarıyla oynamıştı. 

- Reşat Nuri Güntekin Yeşil Gece'de tarihimizin ik önemli noktasını ele alır. 1908 ile 1923 arasında geçer roman. Eski Hastalık romanı ise Cumhuriyet'in ilk yıllarını anlatır. Yaprak Dökümü'nde ise ilk yılların değer yargılarını, bunalımını ve yüzeysel Batılılaşmanın etkilerini gözlemler. Çalıkuşu en çok bilinen kitabıdır ancak Miskinler Tekkesi eleştirmenlerce, özgün konusu, gerçekçiliği, ayrıntıları kullanmadaki ustalığı, insanlara bakışındaki sevgisi, değişime olan inancı ve toplumsal yergisiyle en başarılı eseri olarak görülür.
- Memduh Şevket Esendal Ayaşlı ve Kiracıları'nda 1923 Ankara'sının sıradan insanlarının hayatına mercek tutar.
- Abdülhak Şinasi Hisar Fahim Bey ve Biz, Çamlıca'daki Eniştemiz, Ali Niyazi Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği romanlarında geçmişte kalan yaşayışa duyduğu özlemi dile getirir.
- Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata'da deniz tutkusunu dile getirirken, Uluç Ali ve Turgut Reis'te Osmanlı'nın denizlerdeki savaşlarını anlatır.

ÇOK PARTİLİ YILLAR

- Çok partili dönemi Attila İlhan Kurtlar Sofrası'nda ayrıntılarıyla inceler. Daha sonra Aynanın İçindekiler dizisinde yer alan kitapları gelir. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları ve O Karanlıkta Biz.
- Vedat Türkali'nin kült kitabı ve her kuşağın ilgiyle okuduğu Bir GünTek Başına ise 27 Mayıs darbesine doğru giden dönemde, üniversite gençliğini, aşkı, kavgaları orta yaşlı Kenan'ın kişiliğinde ele alır.
- Anadolu'nun ortaya çıkışı da bir döneme damgasını vurur. Talip Apaydın Sarı Traktör'le ortaya çıkar. Kemal Tahir ise Büyük Mal, Yediçınar Yaylası ve Köyün Kamburu üçlemesini Devlet Ana'yla sürdürür.
- Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz büyük romancı Yaşar Kemal, İnce Memed'le bir destan yazar. Memleketi Çukurova'nın kurdunu, kuşunu, böceğini, rüzgarını, menekşesini, tekmil doğasını ve insanını yazar. Öyle bir yazar ki, Apti Ağa'nın zülmüne, jandarmanın adaletsizliğine karşı çıkan köylünün gözünün bebeği eşkiya İnce Memed dünyaca tanınan bir kahramana olur çıkar.
Dünyanın neredeyse bütün dillerine çevrilen 4 ciltlik romanı Peter Üstinov filme de çeker. Dağın Öte Yüzü üçlemesinden Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu...
Sonra Kimsecik üçlemesiyle Yağmurcuk Kuşu, Kale Kapısı ve Kanın Sesi... Binboğalar Efsanesi, Ağrı Dağı Efsanesi, Teneke, Demirciler Çarşısı Cinayeti... Savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan'a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu alan son eseri Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana serisi...
- Bir Anadolu kasabasını bütün insani ve sosyal gerçekliğiyle veren Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u... 
- Türk edebiyatında çığır açan Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam ve Anayurt Oteli...
- Ferit Edgü'nün Kimse ve O'su...
- Oğuz Atay'ın benzersiz romanı Tutunamayanlar, Sevgi Soysal, Erdal Öz, Ahmet Altan, Oya Baydar, Rıfat Ilgaz, Oktay Rıfat, Pınar Kür, Nedim Gürsel, Zülfü Livaneli,
- 80'li yıllarda dini içerikli romanların sayısındaki artış görülmeye başlanıyor. 1967'de Minyeli Abdullah romanlarıyla dikkati çeken Hekimoğlu İsmail'e bu yıllarda Mehmet Göktaş, Vahap Akbaş, Mehmet Uyar, Raif Cilasun, Nurullah Genç gibi adlar eklenir.
- Ve Nobelli yazarımız Orhan Pamuk... Cevdet Bey Oğulları'nda üç kuşağın hikayesini, Sessiz Ev'de 1980'li yıllardaki Türkiye'yi anlattı. Benzersiz bir roman Kara Kitap, Ve bence en iyi kitabı Benim Adım Kırmızı. Doğu'da geçen ve siyasi ağırlıklı tek kitabı: Kar. Biyografisinin yer aldığı İstanbul. Ve en son müthiş bir aşk romanı Masumiyet Müzesi.. Dünyaya sunduğumuz önemli bir yazın ustası.
Klasik klasiktir, her daim başucumuzda bulundurmakta fayda var. 
Kapağını açın ve usulca içeri girin:
"Bu dünyanın en basit, adeta bir cebir mücadelesini hatırlatacak kadar basit bir aşk hikayesidir. Mümtaz'la Nuran bir sene evvel, bir Mayıs sabahı Ada vapurunda tanışmışlardı." (Huzur- Ahmet Hamdi Tanpınar)
(Sabah Kitap ekinin Haziran 2015 sayısında yayınlanmıştır.)

23 Ocak 2016 Cumartesi

Madrid, gel barışalım çok güzelmişsin....


İşte oradaydı. Olduğum yerden yalnızca 2 metre uzakta. İspanya'nın başkenti Madrid'te Kraliçe Sofia müzesinin üçüncü katında, 3.5 metre yüksekliğinde ve 7.8 metre genişliğinde sadece siyah ve beyaz renklerde yağlıboya ile yapılmış tabloya bakıyorduk. Guernica.
Dünyanın dört bir yanından gelen onlarca kişi nefes almadan ayrıntılarda kaybolmuştu. İki yandaki görevliler ise bu nadide eserin zarar görmemesi için ters yönde bizlere bakıyordu.
1937 yılında faşist General Franco rejiminin en zalim yıllarıdır, iç savaş tüm şiddetiyle sürmektedir. Franco, Almanya'nın lideri Hitler'e hava kuvvetlerinin yeni silahlarını İspanya'nın kuzeyindeki bir köy üzerinde deneme izni veriyor. O sıralarda iç savaştan kaçıp Paris'te yaşayan İspanyol sanatçı Picasso bu kanlı bombalamayı anıt boyutunda bir tuvale resmediyor.
O köyün adı Bask bölgesindeki Guernica'dır ve Picasso da ölümsüz eserine aynı adı verecektir.
Tablo bugün savaşa karşı barışı savunanların simgesi oluyor.
Picasso bir sergisi sırasında "Bu tabloyu siz mi yaptınız" diyen bir generela verdiği yanıt da unutulmazdır: "Hayır siz yaptınız."
İtiraf edeyim İspanyolları çok ama çok severim ama Madrid'e hep önyargıyla baktım. Oldum olası Real Madrid futbol takımından nefret ettim, Atletico'yu ve Barcelona'yı her zaman daha çok sevdim. Orası için söylenenleri hep kulak arkası ettim.
Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı, Franco'nun öldürttüğü şair Lorca ve iç savaşı anlatan filmler, hafızama kazınan olumsuz bir Madrid simgesi için yetmişti.
5 yıl önce bir günlüğüne gittiğim Madrid'te bu kez dolu dolu bir dört gün geçirdim... (15 Mayıs)
Basketbolun Şampiyonlar Ligi olan Final Four için İstanbul'dan havalandığımızda hâlâ sevmek için bir neden arıyordum.
Lafı uzatmadan ve sona saklamadan tek kelimeyle dört günün özetini yapayım:
"Önyargılar yıkılmak içindir ve Madrid muhteşem bir şehir."
Flamenko, boğa güreşi ve futbolla bilinen anılan bu Madrid'i çok sevdim.
İnsanları, tarihi, yemekleri, enerjileri ve yaşam sevinçleriyle özel bir tat ve doku var bu şehirde...
Doğaya verdikleri önem, sanata düşkünlükleri, adım başı karşınıza çıkan yapıtlarla müze bir şehir...
Birbirinden muhteşem ve "ah şuraya da baksaydım" hissiyle gezilen ve kısa sürede tamamını görmenin mümkün olmadığı müzeler...
Girişte sözünü ettiğim Kraliçe Sofia Müzesi bir tasarım ve düzenleme harikası.
Eski yapıya dışarıdan eklenen modern camdan asansörler bile bir başkaydı.
Aynı cadde üzerinden 10 dakikalık bir yürüyüşle Prado Müzesi'nde ise sizi Ortaçağ'ın başyapıtları bekliyor. Daha girişte Goya heykeli sizi karşılıyor. İçeriye girdiğiniz andan itibaren birbirinden ünlü sanatçıların nefes kesen tabloları. Katlar, odalar, dehlizler halinde uzanan müzenin içinde kaybolmuşken görevlinin uyarısıyla irkildim. Kapanış saati gelmişti. Yüzlerce turisti çıkışta kitaplar, hediyelik eşyalar bekliyor.


LORCA'NIN GÖZYAŞLARI...

Ülker'in ev sahipliğinde gittiğimiz Madrid'te gazeteci arkadaşlarımızdan oluşan kafileyi taşıyan otobüs bir caddeyi geçerken rehberimiz "ünlü şair Lorca işte burada yaşamıştı" diyor. 1936 ile 1939 tarihlerinde yaşanan İspanya İç Savaşı'nda Franko faşizmi tarafından henüz otuz sekiz yaşındayken kurşuna dizilerek katledilen Federico Garcia Lorca'nın Atlının Türküsü dizeleri geliyor aklıma. Zülfü Livaneli'nin bestelediği türkü dilimizden düşmezdi.

Kurtuba
Uzakta tek başına

Ay kocaman at kara
Torbamda zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kurtuba'ya

Ovadan geçtim yel geçtim
Ay kırmızı at kara
Ölüm gözler yolumu
Kurtuba surlarında

Yola baktım ama yol uzun
Canım atım yaman atım
Etme eyleme ölüm
Varmadan Kurtuba'ya

Kurtuba
Uzakta tek başına...


KİMSE UYUMAZ MI BURADA

Benim için İstanbul bir başkadır. Hayat kesintisiz aktığı için bir başka severim. Tatil için yola çıktığım andan itibaren özlemeye başlarım. Madrid'te aynı İstanbul gibi 24 saat yaşayan bir şehir, hem de denizi olmamasına rağmen. Bir İspanyolla evli olan ve Madrid'te yaşayan rehberimiz "burada yalnızca uyumak için eve giderler" diyor. Vallahi canlı şahidi olduk. Final Four için kente gelen Türkler, Ruslar ve Yunanlılar kentin her yerinde formalarıyla gezintideydi. Dünyanın en çok turist çeken ülkelerinin başında gelen İspanya daha yaz gelmeden cıvıl cıvıldı. Halkı da yemeyi ve gezmeyi de sevince sokaklar, meydanlar görülmeye değerdi.
(Sabah Tatil ekinin 31 Mayıs 2015 sayısında yayınlanmıştır.)



17. YÜZYILIN BAŞYAPITI PLAZA MAYOR


Burası Madrid'in simgesi 17. yüzyılın mimari başyapıtlarından biri olan Plaza Mayor (Ana Meydan). Bu dikdörtgen yapının ortasında bir zamanlar boğa güreşleri, törenler ve infazlar yapılırmış. Bugün açık hava kafeleri ve konserleriyle görülesi bir mekan.


BÜTÜN YOLLAR PUERTA DEL SOL'A ÇIKAR










Madrid'in merkezi Puerta del Sol Meydanı'dır demek abartı olmaz. Yeme-içme, alışveriş, konaklama bu meydanın çevresinde gerçekleşiyor. Günün 24 saati cıvıl, cıvıl. Kemer sıkma politikalarını protesto eden grubun son durağı da orası oluyor. Şehrin simgesi ayı ve çilek ağacı de burada. O gün Arda'nın takımı Atletico Madrid'in Barcelona ile maçı vardı. Ailece maça gitmeden önce yemek için toplanmışlar. Benim gibi et severler için burası bir cennet. 8 saatte pişirilen kuzu eti bir harikaydı. Ve günün her saatinde yemek yenip alışveriş yapılan Mercado San Miguel pazarı.



TOLEDO: ÜÇ DİNİN KARDEŞLİĞİ

















Madrid'e birbuçuk saat uzaklıktaki Toledo,  Ortaçağ'dan kalma mimarisiyle benzersiz bir bölge. Dar sokaklar bir meydana oradan bir geçite az ötede merdivenli bir yokuşa çıkıyor. Ve Madrid'ten önceki başkent. Tarihi MÖ 590'a kadar uzanıyor. Bir zamanlar Hıristiyanlar, Museviler ve Müslümanlar birlikte yaşamış. Kütüphaneler dillere destanmış. Verimli topraklarından üretilen seramikler ve yüzyıllar ötesinden gelen kılıç işçiliği hala çok gözde. Dar sokaklarda bit pazarı tarzı dükkanlar var. Sokak müzisyeni genç kadın bir Ortaçağ müziği çalıyor. Dilerseniz CD'sini de alabilirsiniz.



ŞEHRİN KORUYUCU AZİZİ SAN ISIDORA İÇİN GİYİNDİLER






Madrid'e indiğimiz gün başkentin koruyucu azizi olarak anılan San İsidro için 14-18 Mayıs'ta düzenlenen bayram kutlanıyordu. Geleneksel kıyafetleriyle bayrama katılan İspanyolların turistlerin ilgi odağıydı. Gece yarısına doğru sokakları Afrikalılar dolduruyor. Yerlerde korsan ürünler satıyor. 

MÜZELERE BİR GÜN YETMEZ




Goya, El Greco, Velazquez, Raphael, Tiziano Ortaçağ'ın ünlü ressamlarını görmek Prado Müzesi'nde bir gün yetmeyebilir. Nefes kesen eserlerin karşısında geçirdiğimiz saatlere değdi. Gezinti bitmedi, çünkü kapanış zamanı gelmişti. 10 dakika yürümeyle Kraliçe Sofia Müzesi'ne gidiliyor. Orada yakın zamanın ve çağdaş sanatın eserleri var.