Sayfalar

19 Ocak 2017 Perşembe

Dedektif Günther'in ruhu İstanbul'daydı...


İngiliz polisiye roman yazarı Philip Kerr,  Bernie Günther serisinin son kitabıyla karşımızda. Sessizliğin Öte Yakası adlı bu kitapta dedektifimiz sahte bir isimle Fransa'da karşımıza çıkıyor. Ancak Kerr her an bir sürpriz yapıp dedektifi yeniden uyandırabilir. Hem de İstanbul'da

Kara Hafta İstanbul Festivali'nin ilki geçen yıl polisiyenin kraliçesi Agahta Christie'nin doğumunun 125. yılı anısına düzenlenmişti. İkincisi de ay başında Pera Palace'taydı.
Bu yılki tema 1933'te İstanbul'a gelip, konusu Türkiye'de geçen iki kitap yazan ünlü Belçikalı yazar Georges Simenon oldu.
Aralarında dünyaca ünlü polisiye yazarlar İngiliz Philip Kerr ve Tibor Fischer, ABD'li David Walton, Afrikalı Sam Wilson ile bizden Algan Sezgintüredi, Suphi Varım, Armağan Tunaboylu, Çağatay Yaşmut ve Elçin Poyrazlar okurlarla buluşup söyleşilere katıldı.
Komitesinde Doğan Hızlan, Ahmet Ümit, Adnan Özer, Metin Celal gibi Türk edebiyatının önemli isimlerinin de bulunduğu Kara Hafta Festivali'nde polisiye tutkunları dolu dolu bir üç gün yaşadı.
Suç, mekan, gizem ve dedektiflik ekseninde geçmişten günümüze polisiye edebiyat konuşuldu. Okuyucunun "yabancıdan çok yerel hikayeleri ve karakterleri seviyor" sonucu yerli ve yabancı yazarların ortak görüşüydü.
Polisiyede yerlilik bir yere kadar ilgi çekici olabilir, okuyucu kendiyle özdeşleştirdiği oranda sahiplenir. Yazarın gücü de burada ortaya çıkar; yoksa suç, suçlu, ahlak, adalet, iyilik, ezen, ezilen, silah, cinayet dünyanın her yerinde aynıdır.
Hercule Poirot, Sherlock Holmes, Mike Hammer gibi polisiyenin unutulmaz karakterleri artık edebiyatın ortak mirasıdır. Yazarlarından çok tanınırlar. Polisiye akımının ilkleri olmaları da tanınmalarına katkı sağlamıştır ancak hala onları yaratan Agahta Christie, Sir Arthur Conan Doyle ve Mickey Spillane'nin açtığı yoldan yüründüğü de su götürmez bir gerçektir.
Dostoyevski'nin sözündeki meşhur palto meselesi gibi. Polisiye romancılar hiç kuşkusuz bu kült yazarların paltosundan çıkmıştır.
Amerikalılar'ın tıp bilimini kullanarak çözüm aradığı dizi filmleri bir yana bırakırsak özellikle Avrupa'dan iyi yazarlar çıkıyor. Başta İsveç olmak üzere çok sıkı iyi karakterler ve romanlarla tanışıyoruz. Kitapları birçok dile çevriliyor, dünyanın dört bir yanında hayran kitleleri oluşuyor. Her biri dizilere, filmlere konu oluyor.
Bizden de Ahmet Ümit'in Komiser Nevzat'ı, Celil Oker'in dedektifi Remzi Ünal, Türk polisiyesine damgasını vurmuştur. Osmanlı hafiyesi Amanvermez Avni'yi de anmadan geçmek olmaz.
Kara Hafta Festivali'nin konuklarından İngiliz Philip Kerr, konuşur gibi yazan dahi bir polisiye romancısı.
Dedektifi Bernie Günther'le 1989'da ortaya çıktığında kimse böyle bir şeyi tahmin etmiyordu. Zaten bunu kendisi de itiraf ediyor.
2. Dünya Savaşı yıllarındaki Nazi Almanyası'nda yaşayan eski bir savaş gazisi kahramanımızın, polislikten ayrılıp dedektif olmasıyla başlayan serüvenini ekim ayındaki kitap ekinde ayrıntılarıyla anlatmıştım.
Arka arkaya üç kitaplık seriden sonra 15 yıl ara veren Philip Kerr, dönüp 8 kitap daha yazdı.
Dedektif Günther'i, Berlin'den Ukrayna Cephesi'ne, 1. Dünya Savaşı'nın Türk Cephesi'nden Kahire'ye, savaş sonrası Mühih ve Viyana'ya, Polonya'ya, Arjantin'e, Sovyet esir kamplarına, ABD'deki askeri üslere kadar her yere gönderdi. Arka planda gerçek isimler vardı ve tarihi bir filmin içinde gezinti yapar gibi okurları serüvenden serüvene sürükledi.
New York Times gazetesindeki kitap eleştirisinde, "Günün birinde II. Dünya Savaşı sona erecek ve o gün geldiğinde Bernie Günther olmadan ne yapacağız bilmiyorum? Yüreğim dayanmıyor" diye hayıflanılması boşuna değil.
Bernie Günther artık Hercule Poirot gibi Sherlock Holmes gibi bir simge olmuştur.
Ünlü dedektifle bizi tanıştıran Alfa Yayınları iki yıl içinde seriyi tamamladı ve son kitap da raflarda yerini aldı. Sessizliğin Öte Yakası'nda dedektifimiz sahte bir isimle Fransa'da bir otelde karşımıza çıkıyor.
Yıl 1956'dır.
"Bernie sahte isimle Grand Hotel'de herkesin gözü önünde saklanmaktadır. Siyah ceketi ve kendisine hiç yakışmayan hizmet etmeye hevesli adam maskesiyle otelin kapıcısıdır: Günleri ve geceleri sarhoşları odalarına taşımak, fahişeleri otelden uzak tutmaya çabalamak ve aşırı zengin müşterilerin manasız sorularını cevaplamakla geçer. Yemek rezervasyonu yaptırmak ya da briçte eksik oyuncu için başvuracağınız adam odur: W:Somersat Maugham'ın evi olan Villa Mauresque'de hemen her akşam oynanan briç oyununa dördüncü oyuncu olarak katılacak biri. Ama Maugham'ıan ihtiyacı sadece bir briç ortağı değildir. Profesyonel yardıma ihtiyacı vardır, çünkü sıra dışı yaşam tarzı belki de bir zamanlar İngiliz istihbaratına çalışmış olması yüzünden kendisine şantaj yapılmaktadır."
Philip Kerr bu kez hikayesini, Soğuk Savaş döneminde arka arkaya ihanetlerle sarsılan İngiliz Casusluk teşkilatı MI5'in etrafında kuruyor.
Dedektifimiz, ünlü casus romancısı John Le Carre'ye de selam göndererek o günlerin gerçek köstebekleri olan ve Cambridge Beşlisi diye anılan ünlü casusların peşine düşüyor.
Onlar, İngiltere'nin en saygın eğitim kurumlarında okuyup, istihbarat ve diplomasi gibi en stratejik alanlarda üst düzey devlet görevine geldiler.
Cambridge Beşlisi'nin yıldızı Kim Philby'di. Anthony Blunt, Guy Burgess ve Donald MacLean da diğer aslar. Beşinci adamın kimliği ise hâlâ tartışılır. Hepsi de genç yaşlardayken 1930'lu yıllarda Sovyet saflarına katılıp komünizm için çalıştılar. Philby MI5'te ikinci adamlığı kadar yükseldikten sonra diğerleri gibi deşifre olup Rusya'ya kaçtı.
İşte Bernie Günther onlarla hesaplaşıyor son serüveninde. Son demek ne kadar doğru bilmiyorum, Philip Kerr her an bir sürpriz yapıp dedektifi yeniden uyandırabilir. Hatta bir Türk gazetecisine "Bernie Günther İstanbul'a gelirse şaşırmam" demesine de hayra yoralım...
(Sabah Kitap ekinin Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.)

DEDEKTİF'LE BİR GEZİNTİ...

Mart Menekşeleri: Bernhard Günther, Türk cephesinde savaşmış madalyalı bir asker, Kripo'da çalışmış eski bir polis. Şimdiyse Hitler'in başkentinde, insanların kaybolmayı alışkanlık haline
getirdiği 1936 Berlin'inde, uzmanlığı kayıp insanları bulmak olan bir özel dedektif. Çalınmış elmas bir gerdanlık ve milyarder Hermann Six'in kızı ile damadının yatağında vurularak öldürüldüğü bir
dava yüzünden Bernie, karanlık ve acımasız Nazi Almanya'sının içlerine doğru sürüklenirken kendini Hitler'in sağ kolu sayılan Himmler ve Goering'in arasında politik bir skandalın ortasında bulacaktır. Bulduğu ipuçları Bernie'yi, Nazilerin kurbanlarıyla dolup taşan morglara; köhne gece kulüplerine; Jesse Owens'ın Aryan üstün ırk teorilerini yerle bir ettiği Olimpiyat Oyunlarına; ünlü bir aktrisin yatak odasına; ve son olarak bir toplama kampı olan Dachau'ya götürüyor. Salman Rushdie'ın yenilikçi ve dâhi polisiye yazarı dediği Philip Kerr, yarattığı dikkat çekici ve gerilim dolu, karanlık hikâyeleriyle büyülüyor.
Solgun Suçlu: 1938'in sıcak Berlin yazında Almanya endişeli bir şekilde Münih Konferansı'nın sonucunu beklemektedir. Hitler ülkeyi Avrupa'ya karşı bir savaşın içine mi sürükleyecektir? Özel dedektif Bernie Günther zengin bir dul tarafından ona kimin şantaj yaptığını bulması için tutulmuştur. Alman polisi Kripo ise çözemediği bir davayı panik yaratmaması için halktan gizlemektedir. SS içindeki en güçlü adamlardan biri olan Reinhard Heydrich, eski polis Bernhard Günther'i geçici olarak Kommissar rütbesiyle bu davanın başına getirir.
Katilin arkasında hiçbir iz bırakmadan genç Alman kızlarını acımasızca katlettiği, ritüel benzeri cinayetler görünürde Yahudileri işaret etmektedir. Her yeni cinayetle ipuçlarını toplayan Bernie kendini boğazına kadar büyük bir komplonun içine batmış bulacaktır.
Alman Usulü Bir Ağıt: İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Hitler'in harabeye dönmüş Berlin'inde eski bir polis olan, bir özel dedektif geçmişten gelen bir arkadaşının davası için tutulmuştur. Ülkeye hâkim olan büyük güçlerin çekişmeleri arasında kalan Günther ipuçlarını takip ederek çıktığı yolculuğunda Berlin'den Viyana'ya savaşın iç yüzünü, savaş suçlularını ve Mazilere bağlı olan kendi geçmişini gözler önüne serecektir.
Savaş son bulmuş olsa da Avrupa Rusların, Amerikalıların, İngiliz ve Fransızla¬rın içten içe süren mücadelesine sahne olmaktadır. Eski Kripo günlerinden bir arkadaşının Amerikalı bir görevliyi öldürmesini araştıran Bernie giderek derinlerine indiği gizli örgütlerin, çift taraflı casusların arasında ölümle yüz yüze gelecek, yenik ve suçlu bir ülkenin eski bir askeri olarak taşıdığı vicdanıyla hesaplaşacaktır.
Biri ve Öteki: Mağlubiyetin kargaşası içinde Almanya savaştan sonra serpilen her türden entrika ve ihanetin yuvası haline gelmiştir. Burası Bernie Günther gibi bir özel dedektif için pek de itibarlı olmayan ama bolca iş bulabileceği bir yerdir artık: Zenginlerin Nazi geçmişini temizlemek, yurtdışına çıkacak kaçaklara yardımcı olmak ve çalıntı eşyalar yüzünden süren rekabeti çözüme kavuşturmak... Bunlar Bernie'yi tiksintiyle, ama cüzdanını da parayla dolduracak işlerdir. Bir gün kayıp kocasını arayan bir kadın Bernie'den yardım ister. Kocası Polonya'daki en korkunç toplama kamplarından birinin komutanlığını yapmış bir kaçaktır. Kadının derdiyse kocasını bulmak değil, öldüğünden emin olmaktır. Bu iş Bernie'yi eski savaş suçlularından Yahudi intikam mangalarına, Münih'ten Viyana'ya kadar sürükleyecek, savaş sonrası Almanya'nın yüzünü gözler önüne serecektir.
Sessiz Alev: Almanya'dan kaçmak zorunda kalan Bernie Günther Buenos Aires'te de geçmişinden kurtulamayacaktır. Genç bir kız vahşice öldürülmüş, ama katili bulunamamıştır. Bernie'nin cinayet masasında dedektifken çözemediği bir davanın oldukça benzeri olan bu dava, katilin 1945'ten beri Arjantin'e gelen eski Nazi askerlerinden biri olduğu olasılığını düşündürmektedir. Fakat Bernie katilin kim olduğunu araştırırken Arjantin'in en büyük sırlarına vâkıf olacaktır.
Savaş öncesi Almanya'sından savaş sonrası Buenos Aires'ine uzanan bu yolculukta özel dedektif Bernie Günther'in yaşadıkları tarihin karanlıkta kalan ölüm kokulu sırlarını sürükleyici dili ve gergin hikâyesiyle gözler önüne seriyor.
Ölüler Dirilmezse: Berlin 1936. Bernie Günther, meşhur Adlon Hotel'de dedektif olarak çalışmaktadır. İki ceset bulunur – ve Bernie otel misafirlerinden bazılarının hayatına geri alınmaz biçimde girer. Biri Olimpiyatları boykot etmeleri için Amerikalıları ikna etmeye çalışan hırslı ve güzel bir gazeteci, diğeri de Chicago mafyasını ve elbette kendisini Olimpiyat ihaleleriyle zengin etmeye çalışan bir gangsterdir. Bernie çok geçmeden kendisini şantaj ve yolsuzlukla örülü bir ağın içerisinde bulur – herkes Nazilerin, dünyanın gözünü boyamak için yapacağı gösteriden bir pay koparmak istemektedir.
Sahra Grisi: Kimse ölmek istemez. Ama kimi zaman yaşamak daha kötü görünür." Bir adam çaresiz kalmadığı müddetçe düşmanlarına çalışmaz. Fransız İstihbaratı adına çalışmak zorunda kalan Bernie Günther ya onlara çalışacak ya da cinayetten asılacaktı. Görevi Almanya'ya geri dönen savaş esirlerini karşılayıp aralarındaki Alman Wehrmacht subayı kılığına girmiş bir Fransız savaş suçlusu ve SS mensubunu bulmaktı. Fransızlar bu adamı ele geçirip hak ettiğini düşündükleri sonla buluşturmak istiyordu. Ama Bernie'nin geçmişi bu sefer de yakasını bırakmayacaktı, hem de hiç tahmin edemeyeceği bir şekilde.
Ölümcül Prag: Doğu Cephesi'nin cehenneminden Eylül 1941'de Berlin'e dönen Bernie Günther kendini farklı bir cehennemin içinde bulacaktır.
Kripo'da çalışmaya devam eden Bernie, Hollandalı bir demiryolu işçisinin ölümünü araştırırken SS Generali Reinhard Heydrich tarafından Prag'a çağırılır. Heydrich'in Prag'daki evinde SS ve SD'nin üst düzey mensuplarının da bulunduğunu bilen Bernie bu daveti istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalır. Fakat Prag'a gittiği günün gecesinde, evde işlenen bir cinayet Bernie'yi çözülmesi imkânsız gibi görünen bir muammayla karşı karşıya bırakır. Yine de başka seçeneği yoktur. – Heydrich başarısızlığa müsamaha gösterecek türde biri değildir.
Katyn Katliamı: Berlin 1943. Stalingrad'ın üzerinden bir ay geçmiştir. Hitler Almanya'nın savaşı kazanacağında ısrar etse de, durumu daha iyi tahlil edebilen cephedeki komutanların morali düşmeye başlamıştır. Smolensk'te Kızılların Polonya askerlerini katlettiği haberi alınmıştır. Nadir görülen bir mutabakatla Wehrmacht ve Propaganda Bakanı Goebbels, Rusların gerçekleştirdiği bu vahşetin çürütülemez delillerine sahip olmak ister ve bunun üzerine Bernie Günther bölgeye gönderilir.
Bernie, Smolensk'te, kendisi gibi alt tabakadan Berlinli bir polisi küçük gören Prusyalı asilzadelerden oluşan bir tabakayla karşılaşır. Fakat Bernie'nin derdi uyum sağlamak değildir; kafasında adabı muaşeretten çok daha mühim sorunlar vardır. Tek isteği –kendisi de onun kurbanı olmadan evvel– zeki ve merhametsiz katilin kimliğini açığa çıkarabilmektir.
Zagrepli Kadın: Doğu Cephesi'ndeki Katyn Ormanı cehenneminden geri dönen Bernie'den gayet sıradan görünen bir görev yerine getirmesi istenir. Alman sinemasının yükselen yıldızı Dalia Dresner'in babasını bulacaktır.
Güzel bir kadın için Berlin'den uzaklaşmak yetmezmiş gibi bu görevi reddedilmez kılan bir unsur daha vardır: Emri veren bizzat Goebbels'tir.
Dresner'in babasının bulunduğu yer, Bernie'nin dahi midesini bulandıracak kadar korkunç bir vahşetin sergilendiği, Ustaše kontrolündeki Yugoslavya'dır. Yugoslavya'dan İsviçre'ye uzanan yolculuğunda Bernie, Nazi Almanya'sının entrikalarından, mukaddes bir Almanya düşüne sahip vatan hainlerinin planlarına kadar pek çok gerçeği ortaya çıkaracaktır. Ama herkesin gizli bir ajandasının bulunduğu günlerde gerçek ne kadar ortaya çıkarılabilir?

Meraklısına not: Yayınevinden Günther serisinin son kitabı olduğu bilgisini aldıktan sonra bu yazıyı yazdım. Ancak bir süre sonra sıkı bir Philip Kerr okuru olan Engin Ardıç, Bernie'nin yeni macerası Prusya Mavisi kitabının yurtdışında çıkacağını yazdı. 

5 Ocak 2017 Perşembe

Mevlana'nın izini süren aşıklar...


13. yüzyılda bitmek bilmez iktidar mücadeleleri, dini çatışmalar, mezhep kavgaları, siyasi çalkantılar arasından bir güneş gibi doğdu Mevlana...
Batı'da, Kudüs yolundaki Haçlılar Konstantinopolis'i işgal edip yağmalamışlar; Bizans İmparatorluğu'nun bölünmesine yol açmışlardı. Doğu'da, Cengiz Han'ın Moğol orduları yakıp yıkarak ilerliyordu. Arada kalan çeşitli Türk Beylikleri de kendi aralarında savaşıyordu. Hıristiyanlar Hıristiyanlarla, Hıristiyanlar Müslümanlarla, Müslümanlar da Müslümanlarla çatışmaktaydı. Ne yana dönseniz husumet, hamaset, ıstırap, hırs...
Sonra Mevlana, Anadolu'nun ortasından seslendi:
"Gel, gel, gel!
Ne olursan ol, gel!
Kim olursan ol, gel!
Tövbeni yüz kere bozmuş olsan da gel!"
O kapı öyle bir açıldı ki içine alemin en güzel sözleri, sırları, düşünceleri, huzuru, mutluluğu, tevazusu, insanlığı, sevgisi doldu...
"Ben ne Hıristiyanım,
Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman;
Ne Doğu'danım, ne de Batı'dan.
İkiliği bir kenara koydum,
İki âlemin bir olduğunu gördüm."
Çünkü gücünü aldığı Kuran'ın Maide Suresi'nde, "Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" denmişti.
O mesaj her dinden her dilden milyonlarca yürekle buluştu.
Hani Hud Suresi 112 ayetinde, "O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir" diye verilen mesajı da çok iyi anlamıştı...
"Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yemek bulunur. Herkes orada gıdasını bulur" diye seslenmişti...
Yaratılmışların en değerlisi olarak şereflendirilen insanoğlunun "Eşrefi mahlukat"ın da değerini iyi bilirdi:
"Sen, değerinle ve düşüncenle iki aleme bedelsin.
Ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.
Kendini ucuza satma, çünkü değerin yüksektir."
Ama şu iki günlük dünyada zalimleşenleri de görüyordu. Kıskançlık, hırs, kibir...
"Başkalarına imrenme,
çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.

Beri gel, beri!
Daha da beri!
Niceye şu yol vuruculuk?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik?"
İnsanoğlunun iç benliğine yolculuğuna da diyecekleri vardı. 
"Can konağını aramadaysan, cansın
bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin
bir damla su arıyorsan susun,
zulmün peşindeysen zalimsin
aşkı arıyorsan aşıksın
gönlün neye kapılmışsa osun sen."
Hayattan ne anladığını, gerçek dostun kelime değil mana anlamındaki derinliğini de nasıl da özetlemiş:
"Dostlarım,
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya,
Kalp durur.
Akıl unutur,
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur."
Ve bugünlerde Konya'da buluşanlara, milyonlarca sevdalısına da yüzyıllar ötesinden sesleniyor:
"Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler.
Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz."

Ve kendi geleceğini de tayin ediyor:
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir."
Aralık ayı demek Mevlana'yla buluşmadır aynı zamanda... Paneller, söyleşiler, dinletiler düzenlenir, akın akın Konya'ya turlar düzenlenir. Ve nihayet 17 Aralık'taki ölüm yıldönümünde büyük bir buluşma gerçekleşir. Bu yıl 743'üncüsü düzenlenecek Şeb-i Arus yani düğün gününde bir araya gelen sevdalıları semada ve neyde huzur bulacak...
(Sabah Cumartesi ekinin 17 Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.)