Sayfalar

17 Ekim 2017 Salı

Savaş sadece savaş değildir!

İkinci Dünya Savaşı sonuna doğru Londra...

Çanakkale'ye yılda birkaç kez yolum düşer.
Görkemli coğrafyasına, bereketli topraklarına hayranımdır.
Ne yöne bakarsanız bakın savaşın izleri çıkar karşınıza...
Birinci Dünya Savaşı'nın en zorlu cephelerinden biri olan Çanakkale, Türkiye'nin de geleceğini şekillendiren bir yerdir.
Osmanlı'nın; Yemen'de, Hicaz'da, Kütülamare'de, Galiçya'da, Filistin'de ve Çanakkale'deki cephelerde giriştiği olağanüstü mücadele imparatorluğun geçmişten gelen mirasının son izlerini taşır. Ekonomik darboğaz, merkezi yönetimin girdiği kısır döngü, siyasi istikrarsızlık Osmanlı'yı sarmalarken birçok cephede girişilen savaşın önemi daha da anlaşılır.
Biri Çanakkale diğeri de Kütülamare olmak üzere kazanılan savaşlar da çare olmaz ve malum olduğu üzere kaybedenlerin safında yer alırız.
1914'te patlak veren Birinci Dünya Savaşı 4 yıl sonra biter ancak, bu toprakların mücadelesi Kurtuluş Savaşı'yla birlikte 10 yıla yayılır.
Avrupa ise yaralarını sardıktan kısa bir süre sonra daha büyük bir boğazlaşmaya girişir.
20 yıl sonra bu kez dünyanın dört bir tarafına yayılan bir trajedinin baş aktörü olur.
Savaşlar yalnızca cephedeki askerlerin dövüşü, tanklar, toplar, tüfekler, uçaklar, denizaltılar, bombardımanlardan ibaret değildir.
Kuşkusuz bir arka planı vardır.
Bu ortamı siyasetçiler, hükümetler, halklar hazırlar ve bir anda her şey oluverir.
Geride kalan büyük acı ve yıkımlardır.
Ünlü tarihçi Howard M. Sachar, Avrupa'nın Katli kitabında iki dünya savaşını bir bütün olarak ele alarak 1918'le 1942 arasında ve sonrasında gerçekleşen siyasi suikastlari inceliyor.
20. Yüzyıldaki en büyük iki felaketin izlerini farklı bir bakış açısıyla ortaya koyan Sachar, tanınan, bilinen önemli isimlerin başına gelen ölümlerin birbirleriyle olan bağlantılarını arıyor.
Suikastlere giden süreçler; dönemin toplumsal atmosferiyle, siyasetçilerin hazırladığı ortamla besleniyor.
Tetiği çeken ya da bombayı koyan her zaman hazırdır zaten.
Suikastçiye de son hamleyi yapmak kalıyor.
Kitap daha geniş bir tarih perspektifle olaylara bakmamızı sağlıyor.
Avrupa'nın düştüğü ahlaki ve siyasi çöküntünün perde arkası netleşiyor.
Sacher'ın anlattığı suikastların hedefleri arasında krallar, sıradan sivillerin yanı sıra askerler, erler ve üst düzey komutanlar bulunuyor.
Siyasiler, parti genel başkanları, işadamları, akademisyenler, gazeteciler, edebiyatçılar ve kurbanların eşleri ile çocukları dahil tüm aile fertleri de yer alıyor.
Kitapta ayrıntılarıyla ele alınan siyasi cinayetler, savaş sonrası Avrupası'nın liderlerinin gözünü kin bürümüş hükümetlerin ve yasadışı grupların siyasi, ulusal ve ırksal düşmanlarını fiziksel olarak ortadan kaldırma amacı güttükleri bir döneme denk geliyor.
Arka planında anayasaların ve barış antlaşmalarının bulunduğu, milliyetçi ve etnik çekişmelerin zirve yaptığı da eklenince tablo tamamlanıyor.
Sachar araştımasında, Almanya'da birbirini izleyen ve Weimar Cumhuriyeti'nin çöküp Hitler'in iktidara gelmesine zemin hazırlayan Rosa Luxemburg, Kurt Eisner, Matthias Erzberger ve Walther Rathenau suikastlarının izini sürüyor.
İtalya, Avusturya, Doğu Avrupa'da art arda kurulan devletler ve Fransa'daki siyasi kırılganlık üzerine de önemli saptamalar yapılıyor.
Son bölümde ünlü yazar Zweig ve eşinin trajik intiharı ele alınıyor.
Evet bu bir intihardır ancak Hitler'in baskısından kaçıp, savaşın acımasızlığına karşı bir şey yapamamanın da çaresizliğidir.
Ve son kertede bu da bir suikasttır kendine karşı...
Avrupa'nın Katli; geçmişi bugünü ve yarını anlamak için önemli bir araştırma...
(Sabah Kitap ekinin Eylül 2017 sayısında yayınlanmıştır.)

15 Ekim 2017 Pazar

Cennet bir kütüphanedir


Bir sanatçıyı eserleriyle tanırsınız.
Romandan şiire, heykelden resime, sinemadan tiyatroya uzanan sanat dünyasının aktörleri çoğunlukla bir sis perdesi arkasında gibi gelir bana.
Bilinmezlik anlamında değil, sanki bir yer var oraya gidip işte benim eserim diye ortaya çıkıyorlar gibi gelirdi.
Farkındayım, Cem Yılmaz esprisi gibi oldu ama çocukluktan kurutulup o büyülü dünyayı tanımaya başlarken böyle düşünürdüm.
Bu yüzden büyük sanatçıların mektuplarını, söyleşilerini çok severim.
Doğru; bir romancının kitabı aynı zamanda düşüncelerinin de yansımasıdır ancak onların aşkları, öfkeleri, mutlulukları kısacası hayata bakışları da eserleri kadar değerlidir.
Büyük sanat birikimin aktarılması da beni çok etkiler.
Arjantinli büyük edebiyatçı Jorge Luis Borges'i de zevkle okudum.
Borges Sekseninde kitabı Amerikalı şair, çevirmen, denemeci ve ressam Willis Barnstone ile büyük yazarın sohbetlerinden oluşuyor.
Celal Üster'in kusursuz çevirisiyle yayımlanan kitapta Borges, açık yüreklilikle hayatını ve o muhteşem birikimini aktarıyor
Borges'in edebiyata, şiire, dile ve seyahat tutkusuna sevgisinin ağır bastığı kitabın mizahı da çok derin ve anlamlıdır.
Indiana Üniversitesi'ndeki söyleşide ünlü yazara "Dinleyicilerin hepsi Borges'i tanımak istiyor"diye sorulduğunda, "Keşke tanısaydım. Ondan bıkıp usandım" yanıtını vermek herkesin harcı değildir.
Orta yaşlarında kör olmaya başlayan Borges'in bu duruma verdiği tepki neden edebiyat sorusunun da cevabıdır:
"Körleştiğimi yavaş yavaş fark ettiğim için öyle müthiş sarsıldığım bir an yaşamadım. Körlük ağır ağır inen bir yaz alacakaranlığı gibi geldi. O sıralar Ulusal Kütüphane'nin başkütüphanecisiydim ve harfsiz kitaplarla kuşatılmış olduğumun ayırdına varmaya başladım. Sonra dostlarım yüzlerini yitirdiler. Sonra da aynada kimsenin olmadığını fark ettim."
Demokratik bir kişilik ve köklerine bağlı bir Arjantinliydi, aynı zamanda büyükannesi bir İngilizdi. 1982'de dünyayı büyük bir gerginliğe sürükleyen Falkland Adaları Savaşı'nda kimden yana olmalıydı. Arjantin'deki diktatörlükten yana mı yoksa savaş yanlısı Thatcher'ın İngiltere'sinden yana mı?
Kara mizah tutkunu Borges şu yanıtı vermişti:
"Bu savaş iki kelin tarak kavgasıdır."
Büyük bir yazarın karabasanları, hayalleri, sevdiği yazar ve kitapları arasında gezintiye çıkmak isteyenler için son söz yine onun olsun:
"Kaderimde okumak, hayal kurmak, eh, belki de yazmak olduğunu biliyordum, ama esas olan bu değildi. Ben cenneti her zaman bir bahçe olarak değil, bir kütüphane olarak düşünmüşümdür."
(Sabah Kitap ekinin Eylül 2017 sayısında yayınlanmıştır.)