Sayfalar

26 Eylül 2012 Çarşamba

Kalpten kalbe bir yol vardır


Çoktandır bekliyorduk, elimiz yüreğimizdeydi. Hastalığı iki yıldır çok ilerlemişti, sonunda o an geldi ve Neşet Baba'da sonsuzluğa göçtü gitti. Ardından yazılanlara ve konuşulanlara bakınca ne çok seveni varmış diye avundum. İçten, samimi ve yüreğe dokunan yazılardı ki liste Cengiz Çandar'dan Sırrı Süreyya'ya, Can Dündar'dan Ahmet Hakan'a kadar uzanıyordu...
Böyle durumlarda insan kendisiyle hesaplaşıyor, ben de Neşet Ertaş'ı ilk ne zaman dinledim ve sevdim diye düşündüm. Barış Manço'nun yorumuyla Gönül Dağı'nı anımsıyorum acaba öyle mi başladı yoksa zaten hep yanımızdaydı da farkında mı değildik.
Galiba her ikisi de...
Hani Gönül Dağı'ndaki dizeler gibi...
"Kalpten kalbe bir yol vardır bilinmez."
Onun sazından sözünden taşanlar gizli bir yol bulmuş içimize işlemişti...
Ne yana dönsek onunla karşılaşıyorduk. Neşet Ertaş çok meşhur değildi ama türkülerini okumayan kalmamıştı ki... Zeki Müren'den başlayıp Barış Mançolara kadar sayın sayabildiğiniz kadar...
Yalnız kendi bestelerini değil ünlü anonim türküleri de söylerdi.
Ama o kadar kendine özgüydü ki, çalışı da öyle..
Mührü Gözlüm ya da Dane Dane Benleri Var'ı bir kez daha dinleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Çektiği onca çileli ve garip hayatın ardından küsüp Almanya'ya yerleşmişti.
Onca yıl sonra Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık onu bulup ikna etti ve yurduna döndü...
Bütün külliyatını elden geçirip düzenli bir şekilde bizlere armağan eden Hasan Saltık ona da bize de büyük bir iyilik yaptı.
2000 yılında Açık Hava Tiyatrosu'nun dolduran binlerce kişiye görünce nasıl memnun ve mutluydu bir bilseniz...
"Ayağınızın türabı, gönlünüzün hizmetçisiyim" deyip durdu.
Sonra saatlerce çalıp söyledi, binlerce kişilik bir koroyla...
Unutulmamıştı, altın yere düşse de değerinden kaybeder mi hiç...
Kaç gündür türkülerini dinliyorum, Çiçek Dağı, Hapishanelere Güneş Doğmuyor, Yalan Dünya, Köprüden Geçti Gelin ve illa ki Gönül Dağı...
Neşet Baba, dünya yolculuğunu bitirdi o artık başka bir alemde...
Orada Ali Ekber Çiçek, Mahsuni, Nesimi, Pir Sultan Abdallarla buluştu.
Ne diyordu bir türküsünde:
"Sen benden geçtin ama
Ben senden geçemiyom."
Ya işte böyle Neşet Baba, sen bizden geçtin ama biz senden nasıl geçelim...

25 Eylül 2012 Salı

Fotoğrafın peşinde bir hayat...


Biliyorum çok söz ettim bu köşede ama haberi okuyunca yine Ahmet Hamdi Tanpınar geçmişten çıkıp geliverdi. Hani "Beş Şehir" kitabında anlattığı Bursa'da Zaman bu habere ne kadar da çok uyuyor. Sayfanın manşetini süsleyen Uluslararası Fotoğraf Festivali ya da özgün adıyla Bursa Fotofest bir kentin sanata ve kültüre verdiği değerin önemini gösteriyor.
Ne güzel, festival, Uludağ Üniversitesi'nin bünyesinden çıkıp halkın, yerel yönetimin ve sivil toplumun sahiplenmesiyle hak ettiği yere geliyor.
Fotoğraf denince dünyada akla gelen üç isimden biri Ara Güler başta olmak üzere birçok ünlü konuk, atölye çalışmaları, imza günleri, sergiler... Bunları okumak bile fotoğraf ve sinema tutkunu olarak beni ziyadesiyle mutlu etti.
Haberi yazıp fotoğraflarını çekene dikkat ettiniz mi?
Emin Özmen. O da bir karenin peşine düşen hayatlardan biri...
O bir Anadolu çocuğu, ailesinin kısıtlı imkanlarıyla önce Fizik Mühendisliği okuyor ancak yarı yolda durup hayallerinin peşine düşüyor.
Fotoğrafçılık okumaya karar veriyor ve İstanbul'a geliyor. Staj yapmak için Sabah gazetesinin kapısından içeri girdiğinde tanıdım Emin'i...
Hayat onun için kolay değildi, bir yandan işini yapıyor bir yandan da okuluna devam ediyordu. Maddi zorluklar da onu zorluyordu...
Sonra bir gün Avusturya'dan güzel bir haber geldi. Değişim programıyla burslu bir yıl fotoğrafçılık eğitimi gördü..
Döndü geldi, kaldığı yerden devam ediyor. Somali'ye gitti. İç savaşın ve kuraklığın pençesindeki bir halkın dramına tanıklık etti.
Bir annenin açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocuğuna bakışını, hastane demeye bin şahit isteyen yerlerde şifa bekleyenleri çekti...
O yıl Türkiye'de ilan edilen seferberlikle Somali'ye yardım yağdı. Başbakan bir heyetle orayı ziyaret etti.
O acıların paylaşılmasında Emin'in payı hiç kuşkusuz çok büyüktü...

Emin'in çektiği fotoğraflar Taksim Metrosu'nda sergilendi...

Japonya deprem ve tsunamiyle yerle bir olduğunda ilk gidenler arasındaydı...
Depreme alışık da olsa bir halkın çaresizliğini gözler önüne serdi.
Mavi Marmara'yla Filistin'e yardım götüren gemi saldırıya uğradığında oradaydı...
En son yanı başımızdaki iç savaşı izledi. Suriye'nin en önemli kentlerinden Halep'te Esad'ın askerleri muhaliflerle çatışırken olayların tam ortasında kaldı.
Çektiği kareler ve yazılarıyla dünya basının bile ilgisini çekti.
Amerika Birleşik Devletleri'nin önemli yayın organları ve dünya ajansları Emin'in çektiği fotoğrafları kullandı...
Emin'in yanısıra gazetemizin genç fotoğrafçıları Deniz, Şuheda, Murat, deneyimli abileri İlhami, Erhan ve tabii ki şefleri Kutup Dalgakıran'la birlikte haberlere can veriyor, anlamlandırıyor...
Bir kareyle hayatları, olayları sığdırıp önünüze getiriyorlar...
Haberi okurken fotoğrafın yanındaki imzaya dikkat edin...
Onlar gazetemizin ve tabii ki diğer gazetelerin de gerçek emekçileri..
İyi ki varlar...