Onu sonsuz yolculuğuna uğurlamak için cami avlusunda beklerken kalabalığın içinde Orhan Veli'nin bir şiiri geldi aklıma... (Ne çok severdi ve hep okurdu dağarcığında hep bir dize olurdu muhakkak...)
"Her şey birdenbire oldu..."
Gerçekte öyle olmamıştı, yani birdenbire olan bir şey yoktu. Uzun süredir mücadele ettiği hastalığı ameliyat olsaydı belki düzelecekti ama o yaşamında bazı şeyleri eksik yapmak istememişti. Yıllar içinde iyice kısılan sesi artık hiç çıkmayacaktı, bir metal parçasına bağımlı yaşamaktansa böylesini tercih etti.
Savaş Ay'ın ardından ne güzel yazılar yazıldı ve söylendi.
Hıncal Abi (Uluç) "gazetecinin ölümü" başlıklı yazısında söylenecek her şeyi söyledi. Ona "Bu mesleğin son mohikanı" diyordu.
Bu söz hakikatten ona yakışıyordu ve tam anlamıyla tarif ediyordu.
Onca şöhretine rağmen odasında oturup masa başında ahkam kesmek istemiyordu. Her zaman olayın ortasında ve haberin peşindeydi.
Hiç yüksünmezdi, saat, gün hiç fark etmezdi. "İşim var" dediğini hiç duymadım.
Sanki yeni muhabirmiş gibi, yalnızca "böyle bir şey var" deyin yeterdi.
Ölüm haberinin ulaştığı cumartesi öğlen saatlerinde gazetenin fotoğraf arşivine Savaş Ay yazdım ve kare geldi önüme. Bir saat boyunca baktım daha da arkası geliyordu.
Soğuk gecelerde spor salonlarına toplanan evsizlerin yanında, Amerika'daki uzay istasyonunda, Diyarbakır'da meşhur kahvaltıcıda, milli piyangocunun tezgahıyla, itfaiyeci üniformasıyla, Başbakan'la şarkı söylerken, sabah karşı balıkçılarla, Afyon'daki patlamada acılı ailelerin yanında, doğalgazdan ölümün peşinde, belediye başkanıyla top sektirmede, bizlerle birlikte bir kutlamada her yerde ama her yerde ondan izler...
Yalnızca bu gezinti bile yetiyor onun gazeteciliğini anlatmaya...
Birini kaybettiğinizde önce tarif edilmez bir acı sonra da anılar geliyor akla...
Bir gün odasındaki kanapede polis telsiziyle uyuyor.
Sabaha karşı bir kaza anonsu, nerede tam gazetenin önündeki Balmumcu trafik ışıklarında. Savaş abi fırlıyor ve olay yerine varıyor.
Gülerek, adam polisi, sağlık görevlilerini beklerken beni karşısında görünce nasıl şaşırdı diye anlatmıştı.
Geçen yıl bu zamanlar sanatçı annesi Şükran Ay'ı toprağa vermiştik yine Fatih Camisi'nde... Rahatsızlanmış sedyeye alınarak müdahale edilmişti.
Yine geçen yıl bu zamanlar Bahçeşehir Üniversitesi'nin Boğaz'a bakan binasının üst katında bir sıra gecesine gitmiştik.
Urfalı abimiz Yaşar Özay'ın davetiyle, savaş abi, Ömer, Aydın ve ben de katılmıştık.
Rektör, hocalar, öğrenciler ve üniversitenin sahibi Enver Yücel de oradaydı.
Tabi ki gecenin yıldızı Savaş abiydi. Alkışlar, sohbetler arasında Urfa ekibinin davulunu alıp sahneye fırladı. (Müzisyendi, yerli yabancı birçok şarkı bilirdi. Akordiyonu hep arabasının arkasındaydı. Ünlü Amerikalı şarkıcı Joan Baez'e bile eşlik etmişliği vardı.)
Halaylar çekti uzun bir süre sonra masaya geldiğinde kaburga dolmasını gördü.
Büyük bir sinideki eti parçalayıp servis yapışı vardı ki unutulmaz sahneydi.
Ameliyat eldivenlerini eline çekip parçaladı ve hocaların tabaklarına koydu.
"Bu böyle yenir" demeyi de ihmal etmeden...
O masadakilerin bakışını görmeliydiniz. Çünkü o halkından böyle görmüştü üsul böyleydi.
Seni çok özleyeceğim Savaş abi...