"Bilginin zırhını kuşanmış, bilgeliğin ağırlık ve yavaşlığına kavuşmuş biriydi" diyordu...
Bu topraklardaki her şeye hayrandı. İnsanına, doğasına, tarihine bakıp izlemekle yetinmedi; arkasındaki duyguyu, düşünceyi, sevgiyi, sıcaklığı hissetti.
Selçuklu'yu, Osmanlı'yı yazdı. Anadolu'nun dört bir yanını gezdi, Türkiye'nin uygarlıklar tarihini 5 ciltlik devası bir eserle taçlandırdı.
Ancak asıl sevgilisi İstanbul'du.
Yalnızca Boğaz'ı, Sultanahmet'i, Ayasofya'yı, Galata'yı değil mahalle aralarını, çıkmaz sokakları merak etti.
Tarihi yapıları, çeşmeleri, camileri, hanları, hamamları tek tek inceledi...
Evliya Çelebi'nin izinden gitti, edebiyatımızın devleri Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi'nin yaptığı gibi şehrin her yerini adımlayıp birbirinden değerli kitaplar yazdı.
Yaşamı ilginç ve olmadık rastlantıların birbirine bağlandığı bir zincir gibi; ancak romanlarda, filmlerde tanık olunacak bir öyküydü...
Onu bu topraklara getiren de bir kitabın büyüsü oldu.
ABD'ye çalışmak için giden İrlandalı mezar kazıcısı baba ile temizlik görevlisi annenin çocuğu olarak 1926'da New York'ta dünyaya gelir. Baba işsiz kalınca annesiyle memleketi İrlanda'ya döner.
Büyükannesinin babası Thomas Ashe, İngiliz ordusunda bir asker olarak Kırım Savaşı'na (1853-56) katılır. Yaralandığında tedavi için İstanbul'a, Florence Nightingale'in Selimiye Kışlası'ndaki hastanesine getirilir. Okuma yazması yoktur ama İrlanda'ya dönmeden önce resimlerini beğendiği için bir de kitap alır. İstanbul'dan, Anadolu'dan, Suriye'den manzaraların bulunduğu 'A Pictorial Voyage Around the World' adlı 1855 baskısı kitapta, bir İngiliz gezginin Osmanlı izlenimleri yer almaktadır.
İstanbulla tanışıklığı daha çocuk yaşta eline aldığı bu kitap sayesinde olur.Liseyi terk ederek orduya katılır. İkinci Dünya Savaşı'nda Çin ve Burma'da özel bir birlikte komandoluk yapar. Savaş bittiğinde lise diploması bile yok ama özel bir sınavla üniversiteye kabul edilir.
Doktora sonrası dünyanın önde gelen üniversitelerinde Princeton'da ders vermeye başlar. Princeton'dan bir arkadaşının tavsiyesi üzerine İstanbul'a gelir ve Robert Kolej'de fizik dersleri vermeye başlar. 1970'lerde ise Boğaziçi Üniversitesi'nin kuruluş sürecine tanıklık eder ve derslerini üniversitede sürdürür. 1980'lerde dünyanın farklı kentlerinde yaşadıktan sonra 1993'te karısı ve üç çocuğuyla birlikte temelli İstanbul'a döner ve bir daha hiç ayrılmaz. Ta ki ölüm gelinceye kadar...
Boğaziçi Üniversitesi'nin iki yıl önce yaptığı söyleşisinde kendini şöyle tanıtıyordu: "Yoksul bir aileden gelen bir köylüyüm ben. Bu yüzden her zaman sokaktaki insanlarla kendimi daha rahat hissettim. Entelektüellerle aram o kadar iyi olmadı. İstanbul'da en iyi arkadaşlarım taksi şoförleri oldu. Şevket Derviş'i tanır mısınız? Hisarüstü'nde doğmuştur, çok iyi bir fotoğrafçıdır. Hala taksi şoförlüğü yapar. En iyi dostlarımdan biridir''
Ancak Türkiye'nin kültür ve sanat çevrelerinden de onlarca dostu vardır.
Aşık Veysel sazıyla, "Benim sadık yârim kara topraktır" diye çaldığında da ordadır.
Yaşar Kemal İnce Memed'i imzalayıp ona hediye ettiğinde de...
1972'de yayınlanan ilk kitabı ''Strolling Through Istanbul: A Guide to The City'' (İstanbul'u Gezmek İsteyenler İçin Bir Şehir Rehberi) bugün bile İstanbul üzerine yazılmış en kapsamlı eserlerden biri olarak kabul edilir."Bin dört yüz yıl önce bir şair, bu şehir sulardan bir çelenkle çevrelenmiş diye yazmıştı. O zamandan bu zamana çok şey değişti, ama modern İstanbul hâlâ ruhunu ve güzelliğini büyük oranda onu kuşatan ve bölen sulara borçlu. Bunu belki en iyi fark edebileceğimiz yer Galata Köprüsü, bütün şehir turları da oradan başlamalı. İstanbul'da daha panoramik yerler varsa da, hiçbirinde şehrin deniz ile iç içeliği bu kadar hissedilmiyor ya da denizciliğin şehrin karakterini ve tarihini ne denli etkilediği bu kadar iyi anlaşılmıyor. Bu nedenle ziyaretçilerin şehir gezisine ilk olarak Galata Köprüsü'nden başlamasını tavsiye ederiz. Ama bunu bir İstanbullu gibi yapmalısınız, köprünün altındaki kafelerden birine oturup çay ya da rakı keyfi sürerken Haliç'e bakın, onun Boğaz'la ve Marmara Denizi'yle kucaklaşmasını seyredin."
Freely bu satırlarla başladığı kitabında birdenbire Bizans'a döner oradan Persler'e uzanır sonra keskin bir dönüşle Osmanlı'ya gelir. Ardından günümüze Cumhuriyet dönemine gelip şehrin sırrını tamamlar.
Osmanlı Sultanları içinde gözdesi dünyanın hayran olduğu Kanuni değildir, onun için Fatih'in yeri başkadır. Büyük Türk/İki Denizin Hakimi Fatih Sultan Mehmet kitabının öyküsü de uzun yıllar öncesine dayanır. İtalyan ressam Bellini'nin yaptığı portresini ilk kez 1962 yılında Londra National Gallery'de görür. Tabloyu yıllar sonra 1999'da Türkiye'de yeniden gördüğünde kararını verir. Ve kitapta böyle ortaya çıkar.
Niye Fatih Sultan Mehmed sorusuna verdiği cevap benim de tüm içtenliğimle katıldığım bir saptamadır:
"Şimdi çok konuşulan Kanuni'nin fazla özelliği olduğunu düşünmüyorum. Fatih çok daha ilginç ve üzerinde durulması gereken, döneminin çok ötesinde biri. Edirne'deki sarayda büyürken Rum ve İtalyan hocalardan eğitim görmüş. Makyavelli ondan 'bir Rönesans prensi' şeklinde bahsediyor örneğin. Venedik'ten kendi portresini ve haremi resmetmesi için Bellini'den önce başka bir ressam getirtiyor ve resimlerini beğenmediği için gönderiyor. Ama yalnızca iyi bir entelektüel değil iyi bir savaşçı da. Kanuni'nin ise iyi bir şair olmasına karşın entelektüel yanı yoktur. Hayatı da, Osmanlı'yı sürekli yeniden kurmak için ömrü savaşlarda geçmiş Fatih'e göre daha rahattır."
Ressam dostu Ömer Uluç'un "John sen İstanbul'un hafızasısın" sözleri sonuna kadar hak edilmiş bir övgüydü.
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesini kılavuz alarak yazdığı kitabında 300 yıl sonra şehrin her bir köşesine bir kez daha uğradı.
İz TV'deki belgesel dizisinde İstanbul'u modern bir seyyah olarak gezdi.
İstanbul'dan iki sefer ayrıldı ve dayanamayıp döndü. Hasretini dile getirişi her şeyin özetidir:
"Her seferinde de hasretine dayanamadık, çok özledik bu kenti. Bu sadece benim için geçerli değil, burada yaşayan diğer tüm arkadaşlarımız da aynı durumda. Oysa hepimiz dünya görüşümüz, yaşama bakışımızla birbirimizden farklıyız, bizi ortak noktada birleştiren konu ise İstanbul'a olan sevgimiz. Bu şehir sizi kalbinizden yakalıyor ve sonsuza dek bağlıyor. Buradaki arkadaşlığı, dostluğu dünyanın başka bir yerinde bulamazsınız. Başınız derde girse bile sokakta herhangi bir kimsenin size yardımcı olacağını bilirsiniz, yalnız değilsinizdir."
Osmanlı Sarayı/ İstanbul'un Bizans Anıtları/ Cem Sultan/ Galata, Pera, Beyoğlu: Bir Biyografi/Işık Doğu'dan Yükselir gibi kitapların da aralarında bulunduğu 50'yi aşkın kitabın yazarıydı.
Birçoğu yabancı dillere de çevrildi. Sait Faik Abasıyanık, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk gibi edebiyatımızın dev isimlerini İngilizce çevirmeni olan kızı Maureen Freely'nin içinden İstanbul geçen bir roman yazdığını da ekleyelim.
Bizi bize anlatan, binlerce öğrenci yetiştiren, kitaplarıyla Türkiye'nin tanıtımına katkı sağlayan bilim ve kültür adamı John Freely'nin ölümünün sessiz sedasız geçirilmesine gönlüm razı olmadı.
Geride bıraktıklarıyla her daim sevgi ve saygıyla anılacak.
(Sabah Kitap ekinin Mayıs 2017 sayısında yayınlanmıştır.)