Türkiye Futbol Federasyonu'nun işi ağırdan alması, zikzaklı açıklamaları, onca suçlama ve tutuklamayı gözardı ederek marka değeri, ekonomik durum, yayıncı kuruluş teraneleriyle hiçbir şey olmamış gibi davranması sonucu duvara tosladık. Yol bitti millet, bundan sonrası yok.
Türkiye Ligi Şampiyonu Devler Ligi'ne alınmadı.
Kafamızı devekuşu gibi gömdüğümüz kumda debelenirken görünen yerlerimiz halı altına süpürdüğümüz pislikler ortaya çıkıverdi. UEFA yetkilisi geldi, eski bir savcı olan Carnu hazretleri özel yetkili savcı mehmet Berk'le görüştü ve kanatini oluşturup raporunu sundu.
Sonuç herkesin malumu...
Daha önce Federasyon'un süreci kötü yönettiğini söylerken münecimlik yapmıyorduk, kılavuza gerek yok köy görünüyordu.
Ve ortaya çıktı ki TFF ile Fenerbahçe bir süredir bu konuda görüş alışverişinde bulunuyormuş.
Mehmet Ali Aydınlar o meşhur 15 Ağustos konuşmasında "kendilerine güvenmeyen takımlar Avrupa'ya gitmesin" derken onları kast ediyormuş.
Federasyon, UEFA'nın isteğiyle "Fenerbahçe'ye çekil" demiş onlar da haklı olarak karşı çıkmış.
Haklı diyorum çünkü bu itiraz etme karşı koyma hakkını onlara Federasyon hiçbir şey olmamış gibi davranınca zaten vermiş oldu. Fenerbahçe bu durumu biliyordu, yöneticiler defalarca Federasyon'a gidip görüşme yaptı. Aydınlar bunun perde arkasına Teke Tek programında biraz değindi.
MİLAN'IN DURUMU ÖRNEK VERİLİYOR AMA YA GERÇEKLER
Şimdi 2006 yılında İtalya'daki Milan'ın durumu örnek veriliyor. UEFA Milan'ı Şampiyonlar Ligi'ne almış İtalya Federasyonu ise bir sonraki sezonda Milan'ın şike yaptığını belirleyip eksi puanla lige başlatmıştı. Şampiyon Juventus da küme düşürülmüştü. Ve sonra bu uyumsuz durumu önlemek için de UEFA 2007 yılında sıfır toleransı kabul etmişti. Yani Milan örneği artık bir daha yaşanmayacaktı.
Sabah gazetesinde konuyla ilgili haberin üstünden gidersek...
UEFA Acil durum Komitesi 2006 Ağustos'unda şu açıklamayı yaptı: "Milan'ı 2006-2007 sezonunda UEFA kulüp müsabakalarına almak dışında bir şansı bulunmadığına karar vermiştir. Çünkü Milan'ı dışarıda bırakacak yasal dayanak yoktur. Milan, UEFA'nın men cezası verecek yasal temellerden yoksunluğundan faydalanmaktadır. Komite, Milan'ın İtalya Ligi maçlarının sonuçlarını uygun olmayan yollarla etkilediği izlenimi uyandırdığından ciddi endişe duymaktadır."
Acil Durum komitesi'nin bu kararının ardından Milan, Şampiyonlar Ligi'ne ön elemeden katıldı ve kupayı kazandı. Peki, o günden bu yana ne değişti? UEFA statüsünde 50. maddede bir değişiklik yapıldı. Maddenin 3. fıkrası bir kulübün doğrudan ve dolaylı olarak ulusal veya uluslararası bir maç sonucunu etkileme faaliyetinde bulunması halinde hiçbir disiplin prosedürü gerektirmeden doğrudan UEFA müsabakalarına katılmaktan men edileceği yönünde. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi reglamanlarında da bu fıkraya atıfta bulunularak değişiklik tarihi olan "27 Nisan 2007 tarihinden itibaren" vurgusu yapılıyor. Porto da, eksi 6 puan cezasını 2003-04 sezonundaki maçlardan (yani 27 Nisan 2007 tarihinden önce) dolayı aldığı için organizasyona katılabilmişti."
E peki şimdi bu ısrar niye...
MİLLİYETÇİLİK KARTINA OYNAMAK VE MAĞDURİYET
Fenerbahçe bu krizde mağduru milliyetçilik kartıyla oynamaya çalışıyor. Emre'nin "Biz Türküz onun için böyle yapıyorlar" demesinde de, ressam Bedri Baykam'dan Ali Koç'a, Ertuğrul Özkök'ten Lube Ayar'a kadar herkesin bir doğrusu var... Yani kendine yonttuğu. İyi de Avrupa'daki bütün federasyonların bağlı olduğu ve uymak zorunda olduğu kurallar da ortada..
Nasıl ki ülkedeki iç hukuk yolları tükendikten sonra köyü yakılandan işkence görene, memurundan öğrencisine birçok vatandaş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gidiyor. Ve yıllardır Türkiye'yi çatır çatır mahkum ediyor. Devlet "ben ödemem bana ne diyor mu diyebiliyor mu."
Hayır, e peki biz ne konuşuyoruz öyleyse boş boş...
UEFA'da futbolun AİHM'i işte.
Ya uluslararası standartlara uyarız ya da annemizin liginde oyalanır dururuz.
Bu kadar basit...
27 Ağustos 2011 Cumartesi
19 Ağustos 2011 Cuma
Masa başı futbol oyunlarına devam
Türkiye Futbol Federasyonu, Etik Kurulu'nun incelediği şike soruşturması raporunu beklerken niyetlerinin ne olduğu ilk Fatih Altaylı'nın köşesinde yer aldı. Kozmik odada yani gizlilik içinde çalışan bu hukukçulardan birine Fatih'in arkadaşı rastlamış. Israrlı sorular karşısında bir şey bulamadıklarını ve yaptırım olmayacağını söylemiş.
Nasıl gizlilikse köşe yazısında yer alan bu bilgi bir hafta geçmeden Federasyon'un açıklamasına üç gün kala yani cumartesi internet sitelerine de sızdı.
Yargının bekleneceği yolundaki görüş böylece sızdırılıp kamuoyu oluşturuldu.
Pazartesi sabahı da başta Fenerbahçe olmak üzere dört kulübün dibe vurmuş hisseleri borsada bir anda zirve yaptı. Yüzde 30'lara varan değer kazandı.
Büyük bir vurgunda yapıldıktan sonra akşam üzeri Mehmet Ali Bey gözümüzün içine baka baka Andersen'den Masalları anlattı...
Niye bir önceki yazıda "Aziz Yıldırım hapiste fikirleri iktidarda" dedim...
Şimdi daha iyi anlaşılıyor herhalde...
Nasıl gizlilikse köşe yazısında yer alan bu bilgi bir hafta geçmeden Federasyon'un açıklamasına üç gün kala yani cumartesi internet sitelerine de sızdı.
Yargının bekleneceği yolundaki görüş böylece sızdırılıp kamuoyu oluşturuldu.
Pazartesi sabahı da başta Fenerbahçe olmak üzere dört kulübün dibe vurmuş hisseleri borsada bir anda zirve yaptı. Yüzde 30'lara varan değer kazandı.
Büyük bir vurgunda yapıldıktan sonra akşam üzeri Mehmet Ali Bey gözümüzün içine baka baka Andersen'den Masalları anlattı...
Niye bir önceki yazıda "Aziz Yıldırım hapiste fikirleri iktidarda" dedim...
Şimdi daha iyi anlaşılıyor herhalde...
18 Ağustos 2011 Perşembe
Aziz Yıldırım hapiste fikirleri iktidarda
Türkiye Futbol Federasyonu'nun şikeyle ilgili soruşturmada verdiği kararın yeni bir kaosa yol açtığı herkesin malumu. Kamuoyunu beklentiye sokup hiçbir şeye karar vermemenin tek bir açıklaması var: Üç maymunu oynadılar. Hani "Görmedim, duymadım, bilmiyorum" diye sürüp gider ya o...
Başkan Mehmet Ali Aydınlar'ın bir saat konuşup hiçbir şey söylememesi ve "iddianame beklenecek" demesinin satır araları çok iyi okunmalı. Bu konuda çok iyi çok tutarlı sağlam yorumlar okudum.
Şimdi sormak lazım... Madem öyle, yargıyı bekleyeceksin peki niye o kadar adamı tedbirli ceza kuruluna sevk ettin. Tedbirli demek hukuktaki tutuklu yargılamaya denk geliyor. Demek ki sende bir kanaat oluşmuş bu adamların suçlu olduğu hakkında o zaman ne bekliyorsun...
Bakın Ergenekon ve ona bağlı süreçte yürüyen yargılamalarla bunları karıştırmamak lazım.
Çünkü spor hukuku diye bir şey var... Bu normal ceza hukukundan ayrıdır. Onun için federasyonu özerk hale getirdiler...
Mehmet Ali Aydınlar başarılı bir işadamı, iyi bir Fenerbahçeli, eski yönetici ve kulübün gelecekteki başkanı olarak adı geçiyor.. du...
Bütün kulüplerin ittifakıyla federasyon başkanı oldu ancak kucağında bulduğu şike olayında süreci doğru yönetemiyor.
Başından itibaren Fenerbahçe'yi kollamaya çalışıyor.
Aziz Yıldırım'ı hastanede ziyaret edip "başkanım" dedi büyük tepki gördü Savcıyla görüştükten sonra "durum vahim" sözleriyle süren tutumu birdenbire üç günde bir değişmeye başladı. Önce liglerin zamanında başlayacağını, soruşturmada baş zanlı iki takımın kupa maçını oynayacağını ilan etti. Sonra başta Galatasaray olmak üzere tepkiler gelince önce açıklamaları sert bir dille kınadı ardından onların dediğine gelip ligi ve kupa maçını erteledi.
Bu arada iki günde bir Fenerbahçe yöneticileri federasyonu ziyaret etti. Herhalde Mehmet Ali bey onlarla Ramazan ayının güzelliğini, dünyadaki ekonomik durumu, Kürt meselesini falan konuşmuştur. Asla şike, küme düşme gibi işlerle ilgili bilgi paylaşımı olmamıştır eminim.
Bu arada Fener'in gazını almak için Aziz Yıldırım bağlantılı gazeteciler Lube Ayar ve Tahir Kum'un kışkırtmalarıyla bir fotokopi belgeyle Galatasaray'a da iş uzadı.
İhtiraslı ve saatli bir bomba misali Galatasaray'ın kapısından her girdiğinde vukuat işleyen Bülent Tulun'un başkan Adnan Polat'a yazdığı 1 milyon dolarla ilgili hesap soran mektup döndü dolaştı 2006 yılındaki şampiyonlukla ilgili şaibeye vardı.
Şimdi sıkı durun, ortalığa dökülen önce belge, bilgi, telefon konuşmaları, tutuklama Mehmet Ali Aydınlar'ı tatmin etmemiş ki Fenerbahçe'nin adını ağzına almaktan kaçınırken bu meseleyi daha anlamadan şöyle bir söz etti:
"Galatasaray'ın kupasını alırız."
İyi mi... Tarafsız başkan işte böyle olur...
Ve 15 Ağustos'ta Etik Kurulu'nun raporu doğrultusunda yaptığı muhteşem açıklamaya gelirsek...
Gazeteci ağabeyimiz Kemal Belgin'in havanda su döven pabucumun spor gazetecilerine ders verir gibi sorduğu soru meseleyi özetliyor.
"Madem bir karar yok, bu kadar adamı niye tedbirli veya tedbirsiz ceza kuruluna niye sevk ettiniz" diyen Kemal abi bombayı patlattı:
"Bundan sonra fikstürü Spor Toto teşkilatı, cezaları da Adalet Bakanlığı mı verecek?"
Ligler başladıktan sonra iddianamenin yazılmasıyla federasyon karar vermek zorunda kalacak. O zaman seyreyleyin gümbürtüyü, işin UEFA tarafını da daha hesaba katmadık.
Ah unutmadan başlıkta ne demek istedik ondan da söz edelim.
1980 darbesinden sonra MHP lideri Alparslan Türkeş, askerler tarafından Ecevit, Demirel ve Erbakan'la gözaltına alınmıştı.
Türkeş daha sonra tutuklu yargılandı. O zamanlar demişti ki:
"Biz hapisteyiz fikirlerimiz iktidarda."
Yani darbecilerin faşizan tutumlarından ziyadesiyle memnundu. Ama niye içerde olduğunu anlamıyordu.
Muhtemelen Aziz Yıldırım da, federasyonun yaptıklarını görünce aynı sözleri mırıldanmıştır.
Haksız mı...
Başkan Mehmet Ali Aydınlar'ın bir saat konuşup hiçbir şey söylememesi ve "iddianame beklenecek" demesinin satır araları çok iyi okunmalı. Bu konuda çok iyi çok tutarlı sağlam yorumlar okudum.
Şimdi sormak lazım... Madem öyle, yargıyı bekleyeceksin peki niye o kadar adamı tedbirli ceza kuruluna sevk ettin. Tedbirli demek hukuktaki tutuklu yargılamaya denk geliyor. Demek ki sende bir kanaat oluşmuş bu adamların suçlu olduğu hakkında o zaman ne bekliyorsun...
Bakın Ergenekon ve ona bağlı süreçte yürüyen yargılamalarla bunları karıştırmamak lazım.
Çünkü spor hukuku diye bir şey var... Bu normal ceza hukukundan ayrıdır. Onun için federasyonu özerk hale getirdiler...
Mehmet Ali Aydınlar başarılı bir işadamı, iyi bir Fenerbahçeli, eski yönetici ve kulübün gelecekteki başkanı olarak adı geçiyor.. du...
Bütün kulüplerin ittifakıyla federasyon başkanı oldu ancak kucağında bulduğu şike olayında süreci doğru yönetemiyor.
Başından itibaren Fenerbahçe'yi kollamaya çalışıyor.
Aziz Yıldırım'ı hastanede ziyaret edip "başkanım" dedi büyük tepki gördü Savcıyla görüştükten sonra "durum vahim" sözleriyle süren tutumu birdenbire üç günde bir değişmeye başladı. Önce liglerin zamanında başlayacağını, soruşturmada baş zanlı iki takımın kupa maçını oynayacağını ilan etti. Sonra başta Galatasaray olmak üzere tepkiler gelince önce açıklamaları sert bir dille kınadı ardından onların dediğine gelip ligi ve kupa maçını erteledi.
Bu arada iki günde bir Fenerbahçe yöneticileri federasyonu ziyaret etti. Herhalde Mehmet Ali bey onlarla Ramazan ayının güzelliğini, dünyadaki ekonomik durumu, Kürt meselesini falan konuşmuştur. Asla şike, küme düşme gibi işlerle ilgili bilgi paylaşımı olmamıştır eminim.
Bu arada Fener'in gazını almak için Aziz Yıldırım bağlantılı gazeteciler Lube Ayar ve Tahir Kum'un kışkırtmalarıyla bir fotokopi belgeyle Galatasaray'a da iş uzadı.
İhtiraslı ve saatli bir bomba misali Galatasaray'ın kapısından her girdiğinde vukuat işleyen Bülent Tulun'un başkan Adnan Polat'a yazdığı 1 milyon dolarla ilgili hesap soran mektup döndü dolaştı 2006 yılındaki şampiyonlukla ilgili şaibeye vardı.
Şimdi sıkı durun, ortalığa dökülen önce belge, bilgi, telefon konuşmaları, tutuklama Mehmet Ali Aydınlar'ı tatmin etmemiş ki Fenerbahçe'nin adını ağzına almaktan kaçınırken bu meseleyi daha anlamadan şöyle bir söz etti:
"Galatasaray'ın kupasını alırız."
İyi mi... Tarafsız başkan işte böyle olur...
Ve 15 Ağustos'ta Etik Kurulu'nun raporu doğrultusunda yaptığı muhteşem açıklamaya gelirsek...
Gazeteci ağabeyimiz Kemal Belgin'in havanda su döven pabucumun spor gazetecilerine ders verir gibi sorduğu soru meseleyi özetliyor.
"Madem bir karar yok, bu kadar adamı niye tedbirli veya tedbirsiz ceza kuruluna niye sevk ettiniz" diyen Kemal abi bombayı patlattı:
"Bundan sonra fikstürü Spor Toto teşkilatı, cezaları da Adalet Bakanlığı mı verecek?"
Ligler başladıktan sonra iddianamenin yazılmasıyla federasyon karar vermek zorunda kalacak. O zaman seyreyleyin gümbürtüyü, işin UEFA tarafını da daha hesaba katmadık.
Ah unutmadan başlıkta ne demek istedik ondan da söz edelim.
1980 darbesinden sonra MHP lideri Alparslan Türkeş, askerler tarafından Ecevit, Demirel ve Erbakan'la gözaltına alınmıştı.
Türkeş daha sonra tutuklu yargılandı. O zamanlar demişti ki:
"Biz hapisteyiz fikirlerimiz iktidarda."
Yani darbecilerin faşizan tutumlarından ziyadesiyle memnundu. Ama niye içerde olduğunu anlamıyordu.
Muhtemelen Aziz Yıldırım da, federasyonun yaptıklarını görünce aynı sözleri mırıldanmıştır.
Haksız mı...
5 Ağustos 2011 Cuma
Hayat Dönüş Operasyonu ve vicdan
Aylar sonra yazmak, Türkiye'de birkaç saat içinde her şey bir anda tersyüz olurken birdenbire bambaşka hale gelirken yazmanın bir anlamı var mı.
Bazı şeyler için var, iyi ki var.
Onlardan biri de çok yakıcı bir konu; uyku kaçıran, boğazı düğüm düğüm yapan bir konu...
Hayat dönüş Operasyonu... Üstünden tam 11 yıl geçmiş, bugünlerde birkaç vesileyle yeniden tartışılıyor.
Önce olayı bir hatırlatmak isterim:
"19 Aralık 2000'de düzenlenen Hayata Dönüş Operasyonu kapsamında Türkiye çapında 20 cezaevine yönelik operasyonda ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi'ndeki operasyonda da 12 tutuklu ve hükümlü öldü, 55 kişi yaralandı."
Ve bianet internet sitesi ikinci duruşma öncesi müdahalenin nasıl planlı olduğunu şu satırlarla duyuruyordu:
"Ve Bayrampaşa Cezaevi'nde gerçekleştirilen saldırının dayandırıldığı "Bayrampaşa Cezaevi Özel Müdahale Planı EH-3" başlıklı 15 Aralık 2000 tarihli belge, olaydan 10 yıl sonra ortaya çıktı. Harekat planı, operasyonu yöneten jandarma komutanların kim olduğunu ve operasyonun aslında çok önceden planlandığını ilk kez resmi olarak kanıtlıyor. Belgeye göre, operasyonu Tuğgeneral Engin Hoş ile Albay Burhan Engin yönetti."
Sonra haberler üstüne gazetelerin manşeti televizyonların ilk gündem maddesi oldu.
Açık oturumlar ve arabuluculuk yapan aydınlarda o günlerin acımasız iklimini ortaya serdiler.
Onlardan biri de Zülfü Livaneli'ydi. Livaneli 7 Nisan 2011 tarihli "Hayata Dönüş" operasyonu ve basın yazısını medyayı eleştirerek şu sözlerle bitirmişti.
"Çünkü en kritik dönüm noktalarında şaşmaz bir biçimde, kurbanın değil katilin yanında yer tuttular."
(İlgilenenler yazının tamamını şu linkten okuyabilir: http://haber.gazetevatan.com/%93hayata-donus%94-operasyonu-ve-basin/369763/4/Haber)
Ve sonra geçen ay gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldıran önemli bir itiraf daha geldi.
Hayata Dönüş Operasyonu'nda, Bayrampaşa Cezaevi'nde Uzman Jandarma Çavuş olarak görevli olan Altan Sabsız, yanarak hayatını kaybedenlerin iddia edildiği gibi kendisini yakmadığını, yangın çıkan koğuştakilerin teslim olmak istemesine rağmen kapıların açılmadığını söyledi.
Sabsız, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Temmuz'da verdiği ifadesinde, "Mahiyetini bilmediği değişik gaz bombalarıyla müdahale edildiğini, yanan koğuşta teslim olmak isteyenlerin dışarı çıkarılmadığını, yangına müdahale edilmediğini, yanan tutukluların üzerine yanıcı madde sürülmüş battaniye atıldığını" söyledi.
Bunca yıl operasyonun ardından yapılan resmi açıklamalarda, tutukluların kendisini yaktığı söylenmişti.
Ancak askerin ifadeleriyle bu açıklama doğru olmadığı gibi, yangına müdahale edilmeyerek ölümlere seyirci kalındı.
Bir başka iddia ise mahkumların silahla direndiğiydi. Ve bu gecikmiş itiraflarla resmi açıklamalardaki "mahkumların silahla direndiği iddiası" da yalanlanmış oldu.
YA BEN NE YAPIYORDUM
O zamanlar bu haber ve fotoğraflar güvenlik güçlerinden gazetelere servis edilerek medyanın desteği de sağlanmıştı.
Daha operasyon başlamadan yazılanlara da iyi bakmak lazım.. Yani kamuoyu bu operasyona öyle bir hazırlanmıştı ki.. Bu vahşet yapıldığı zaman "oh olsun" havası da yaratılmış oldu.
Şuraya gelmek istiyorum. 19 Aralık 2000 tarihinde Sabah gazetesinin yazıişlerinde bu haberler ve fotoğraflar geldiğinde "aman dedik" ama dinleyen kim. Daha meselenin ne olduğunu bile tam anlamadan sayfalar yapıldı. Çünkü "bu mahkumlar ne istiyor" diye sorduğunda en yetkili kişi. Terörle Mücadele Yasası'ndaki yeni düzenlemeye karşı olan tepkiyi bizzat ben anlatmıştım.
Karar verilmişti. Sayfa sayfa yazıldı çizildi..
Ve yıllar sonra o masanın çevresindekiler bugün tam tersi manşetleri atıyor. Birçoğu farklı gazetelerde önemli konumdalar...
Bu kadar belkemiksizlik olur.
Zülfü Livaneli "katillerle işbirliği yaptılar" diyor ya hani.
Ben de diyorum ki.
"O manşetleri atıp, o sayfalara karar verenlere her gün selam verip sohbet ediyorsunuz."
Yani çok uzağa gitmeye gerek yok.
Ya siyasetçiler o operasyona karar veren bakan Hikmet Sami Türk...
O gün de vicdanım sızlıyordu bugün de...
Bazı şeyler için var, iyi ki var.
Onlardan biri de çok yakıcı bir konu; uyku kaçıran, boğazı düğüm düğüm yapan bir konu...
Hayat dönüş Operasyonu... Üstünden tam 11 yıl geçmiş, bugünlerde birkaç vesileyle yeniden tartışılıyor.
Önce olayı bir hatırlatmak isterim:
"19 Aralık 2000'de düzenlenen Hayata Dönüş Operasyonu kapsamında Türkiye çapında 20 cezaevine yönelik operasyonda ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi'ndeki operasyonda da 12 tutuklu ve hükümlü öldü, 55 kişi yaralandı."
Ve bianet internet sitesi ikinci duruşma öncesi müdahalenin nasıl planlı olduğunu şu satırlarla duyuruyordu:
"Ve Bayrampaşa Cezaevi'nde gerçekleştirilen saldırının dayandırıldığı "Bayrampaşa Cezaevi Özel Müdahale Planı EH-3" başlıklı 15 Aralık 2000 tarihli belge, olaydan 10 yıl sonra ortaya çıktı. Harekat planı, operasyonu yöneten jandarma komutanların kim olduğunu ve operasyonun aslında çok önceden planlandığını ilk kez resmi olarak kanıtlıyor. Belgeye göre, operasyonu Tuğgeneral Engin Hoş ile Albay Burhan Engin yönetti."
Sonra haberler üstüne gazetelerin manşeti televizyonların ilk gündem maddesi oldu.
Açık oturumlar ve arabuluculuk yapan aydınlarda o günlerin acımasız iklimini ortaya serdiler.
Onlardan biri de Zülfü Livaneli'ydi. Livaneli 7 Nisan 2011 tarihli "Hayata Dönüş" operasyonu ve basın yazısını medyayı eleştirerek şu sözlerle bitirmişti.
"Çünkü en kritik dönüm noktalarında şaşmaz bir biçimde, kurbanın değil katilin yanında yer tuttular."
(İlgilenenler yazının tamamını şu linkten okuyabilir: http://haber.gazetevatan.com/%93hayata-donus%94-operasyonu-ve-basin/369763/4/Haber)
Ve sonra geçen ay gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldıran önemli bir itiraf daha geldi.
Hayata Dönüş Operasyonu'nda, Bayrampaşa Cezaevi'nde Uzman Jandarma Çavuş olarak görevli olan Altan Sabsız, yanarak hayatını kaybedenlerin iddia edildiği gibi kendisini yakmadığını, yangın çıkan koğuştakilerin teslim olmak istemesine rağmen kapıların açılmadığını söyledi.
Sabsız, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Temmuz'da verdiği ifadesinde, "Mahiyetini bilmediği değişik gaz bombalarıyla müdahale edildiğini, yanan koğuşta teslim olmak isteyenlerin dışarı çıkarılmadığını, yangına müdahale edilmediğini, yanan tutukluların üzerine yanıcı madde sürülmüş battaniye atıldığını" söyledi.
Bunca yıl operasyonun ardından yapılan resmi açıklamalarda, tutukluların kendisini yaktığı söylenmişti.
Ancak askerin ifadeleriyle bu açıklama doğru olmadığı gibi, yangına müdahale edilmeyerek ölümlere seyirci kalındı.
Bir başka iddia ise mahkumların silahla direndiğiydi. Ve bu gecikmiş itiraflarla resmi açıklamalardaki "mahkumların silahla direndiği iddiası" da yalanlanmış oldu.
YA BEN NE YAPIYORDUM
O zamanlar bu haber ve fotoğraflar güvenlik güçlerinden gazetelere servis edilerek medyanın desteği de sağlanmıştı.
Daha operasyon başlamadan yazılanlara da iyi bakmak lazım.. Yani kamuoyu bu operasyona öyle bir hazırlanmıştı ki.. Bu vahşet yapıldığı zaman "oh olsun" havası da yaratılmış oldu.
Şuraya gelmek istiyorum. 19 Aralık 2000 tarihinde Sabah gazetesinin yazıişlerinde bu haberler ve fotoğraflar geldiğinde "aman dedik" ama dinleyen kim. Daha meselenin ne olduğunu bile tam anlamadan sayfalar yapıldı. Çünkü "bu mahkumlar ne istiyor" diye sorduğunda en yetkili kişi. Terörle Mücadele Yasası'ndaki yeni düzenlemeye karşı olan tepkiyi bizzat ben anlatmıştım.
Karar verilmişti. Sayfa sayfa yazıldı çizildi..
Ve yıllar sonra o masanın çevresindekiler bugün tam tersi manşetleri atıyor. Birçoğu farklı gazetelerde önemli konumdalar...
Bu kadar belkemiksizlik olur.
Zülfü Livaneli "katillerle işbirliği yaptılar" diyor ya hani.
Ben de diyorum ki.
"O manşetleri atıp, o sayfalara karar verenlere her gün selam verip sohbet ediyorsunuz."
Yani çok uzağa gitmeye gerek yok.
Ya siyasetçiler o operasyona karar veren bakan Hikmet Sami Türk...
O gün de vicdanım sızlıyordu bugün de...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)