Bir toplumu tanımlarken, onu oluşturan değerlerden söz edilir.
Dili, kültürü, gelenekleri en başta gelenlerdir.
Toplumsal hafıza da bunların içinde çok önemli bir yer tutar.
Bu hafıza bugünden yarına değil yüzyıllar içinde oluşur.
Orada anılar birikir, ortak bir yaşam tarzı oluşur sonra kuşaktan kuşağa aktarılarak kalıcılık sağlanır. İstanbul'un kozmopolit semti Beyoğlu'ndaki Emek Sineması da toplumsal hafızamızın önemli yerlerinden biriydi...
1884 yılında inşa edilen bina İstanbul Avcılar Kulübü, Rum Atletik Jimnastikhanesi, Yeni Sirk ve Tekerlekli Paten Pisti ve eğlence merkezi olarak hizmet vermiş.
1918'da elden geçirilip tiyatro olarak kapılarını açmış. Ve tarihler 1924'ü gösterirken Cumhuriyet döneminde, perdeleri sahne olarak değil sinema olarak açılmaya başlar.
Adı da Melek olacaktır. 1940'ta bina belediye tarafından satın alındıktan sonra 1957 yılında Emekli Sandığı'na devredilir. Ve kurum da burayı artık ölümsüzleşen Emek Sineması olarak işletmeye alır.
Büyük Caruzo, Denizciler Geliyor ve Yağmur Altında gibi popüler Hollywood müzikallerini gösteren sinema 9 Oscarlı Rüzgâr Gibi Geçti ile gişe rekorunu kırar.
1958'de yeni adıyla açılan Emek Sineması'nda gösterilen ilk film, başrollerini Gina Lollobrigida ve Vittorio Gassman'ın oynadıkları Dünyanın En Güzel Kadını (La donna più bella del mondo) olur.
Bunları Bisiklet Hırsızları, Beyaz Geceler, Bazıları Sıcak Sever, Gurur ve İhtiras, Krallar Önde Gider, Brahms'ı Sever misiniz?, Batı Yakasının Hikâyesi, Harika Hırsız, İrlandalı Kız, 2001: Bir Uzay Destanı, Pink Floyd Duvar, Günaha Son Çağrı gibi her biri ses getiren ve bugün klasikler arasında yer alan filmler izler. Hakkâri'de Bir Mevsim, Selamsız Bandosu gibi Türk filmleri de Emek'in perdesinden geçen arasında yer alır.
Son teknolojileri de takip eden Emek'te "İrlandalı Kız" Türkiye'de 70 mm formatta ve 6 kanallı ses sistemiyle gösterilen ilk film olacaktır.
Emek 1993'te önemli bir restorasyondan geçirildikten sonra 2000 yılında da koltukları, perdesi, ses düzeni (Dolby Digital) elden geçirildikten sonra modern bir hale gelecektir.
İstiklal Caddesi'nden Galatasaray'a doğru yürürken sağa dönersiniz, az aşağıda soldaki bina Emek'tir.
Daha gişede başlardı o heyecan, sonra fuayesinde geçirilen vakitler.
Gong çaldıktan sonra yerinize oturup ışıklar kapanmadan o görkemli süslemeleri izlerdiniz.
Ve o muhteşem perde ağır ağır açılır.
Sinemanın büyüsünde kaybolursunuz.
Dünyada saygın bir yeri olan İstanbul Film Festivali'ne yıllarca ev sahipliği yapan Emek'ten kimler geldi, kimler geçti bir bilseniz.
Hiç unutmuyorum; festivalin ilk yıllarında çeviriler yan tarafa konan küçük bir masada oturan çevirmen tarafından mikrofonla spontane yapılırdı.
Bir keresinde gülmeyi de çeviri gibi yapınca homurtular yükselmişti.
Sonra oradan çıkınca ya İnci'de profiterol yerdik ya da Taksim Meydanı'ndaki Kristal büfede ıslak hamburgerle köpüklü ayranı içip evimize giderdik.
Kristal'in olduğu bina çoktan yol oldu, İnci'de oradan çıkarıldı. Emek'te malumunuz...
Başka söze gerek var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder