Yine bir Sherlock kitabı mı?
Hem de
yeni baskı..
Sanki yeni bir macerası yayınlanmış gibi heyecan verici.
O an polisiyenin
hiçbir zaman eskimeyecek o muhteşem cümlesi aklıma gelir:
"Katil olay yerine
mutlaka döner."
Sherlock ne yapıp edip hayatımıza bir yerden usulca
sızıverir. Ailenin, toplumun bir üyesiymiş gibidir.
Sofraya oturur, sohbet
eder ve birdenbire afilli bir cümleyle noktayı koyar.
Dünyanın en ünlü
kurmaca karakteri 160 yaşını devirdi ve popüler kültürün zirvesindeki yerini
kimseye bırakmaya niyetli değil.
Yazarı Arthur Conan Doyle'ın tıp eğitimi
sırasında tanıdığı doktordan esinlenerek yarattığı Sherlock karakteri, kendisini
de aşmıştır.
Son yıllarda çekilen iki filmi ve dizisi çekimleri ve
senaryosuyla çok sükse yaptı.
Robert Downey Jr. ve Jude Law'ın başrollerini paylaştığı iki filmde Sherlock'u zekasının yanında
dövüşen bir karakter olarak da görürüz.
Bildiğimiz Holmes'tan farklıdır ama
hayranları bu yılın sonunda çekimleri başlayacak üçüncü filmi sabırsızlıkla
bekliyor.
BBC yapımı dizide ise Sherlock, 2010'lu yıllara geldi.
Tüylü
şapkalı, pipolu değildir.
Pardösesi vardır ancak pelerini yoktur.
Bilgisayarı ve
akıllı telefonuyla yine küstah, acımasız ama hep haklı çıkan keskin zekalı,
alaycı Sherlock'tan taviz verilmemiştir.
Watson mu, onun da hakkı yenmemiş.
Her yıl kitapları 5 milyon satan, 300'den fazla film ve diziye uyarlanan,
hakkında yüzlerce makale ve inceleme yapılan, dünyanın dört bir yanında
heykelleri dikilen, İncil ve sözlüklerden sonra en çok okunan Sherlock Holmes'i
ölümsüz kılan nedir?
Bu sorunun yanıtı edebiyat, psikoloji ve sosyolojinin de
alanına giriyor.
20. yüzyılda oluşan Sherlock külliyatı çağımıza da damgasına
vurmuştur. Kuklaları yapılan, çizgi filmlere konu olan hatta bilgisiyar oyunu
çıkan dedektifin olayları çözerken yürüttüğü muhakeme kitaplara bile konu
olmuştur.
Maria Konnikova, Mastermind- Sherlock Holmes Gibi Düşünmek
kitabında sırrı şöyle açıklıyor: Sherlock Holmes gibi düşünmek için ilk
adım önce onun gibi düşünmeyi gerçekten istemek, ardından farkındalık ve bol
pratik geliyor. Formül basitçe özetlendiğinde; yapılması gereken mümkün olan her
fırsatta sistem Watson'dan sistem Holmes'a geçmek.
Holmes'in dediği gibi,
"İmkansız olanı elediğinde, her ne kadar olasılık dışı gibi görünse de, elinde
kalan gerçektir."
Alfa Yayınları'nın ilk iki kitabını yeniden bastığı bu seri
umarım kesintisiz sonuna kadar gider.
Polisiye filmlerinde soruşturma
çıkmaza girdiğinde ekip lideri, çaresizdir ancak bir şey söylemesi
gerekmektedir.
Gözünü kısıp, uzaklara bakar, ağzından o beylik sözler dökülür:
"Her şeyi en baştan alıp suç mahalline dönüyoruz."
O halde Sherlock
zamanı:
"Görüyorsun sevgili Watson" dedi ve elindeki tüpü bırakarak sınıfa
hitap eden bir profesör edasıyla anlatmaya başladı. "Her biri diğerini takip
eden ve kendi içinde son derece basit olan bir dizi akıl yürütmede bulunmak
aslında hiç de zor değil. Tabii eğer sonunda, ortadaki süreci atlayıp insanlara
sadece başlangıç ve bitiş noktalarını anlatırsan gereksiz yere abartılı bir
tepkiyle karşılaşman da doğaldır."
(Sabah Kitap ekinin Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.)
7 Kasım 2017 Salı
Oyun aynı, yalnızca aktörler değişti...
Komplo teorileri her zaman
ilgi çeker.
Kahvehane dedikodusundan mahalle kavgalarına, medya dünyasından bürokrasiye, tarihi olaylardan savaşlara kadar aklınıza gelen her alanda komplo teorileri olagelmiştir.
Hele spor dünyası ki bunu futbol diye okuyun. Uydur uydurabildiğin kadar, alıcısı her zaman bulunur, nasılsa bir inanan olur.
Buna son zamanlarda eklenen sosyal medyada eklenince cinnet durumunda bir paranoyaya bağlamış durumdayız.
Kahve falı açar gibi komplo teorileri sürüp gider.
Ancak bu işin gerçek bir yanı da vardır kuşkusuz...
Özellikle devletler, çıkarlar söz konusu olduğunda mesele hiç de kahve falı gibi küçümsenmeye gelmez.
En canlı örneği bizim de artık bir ucundan dahil olmak zorunda kaldığımız Ortadoğu...
Bırakın yılları, ayları her gün, her saat değişen dengeler, karşılıklı alınan pozisyonlar bir anda değişebiliyor.
Dönemin Romanya Krallığı'nın İstanbul elçisi olarak görev yapan diplomat ve araştırmacı Trandafir G. Djuvara'nın Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje adlı kapsamlı kitabı yaşadığımız zamanları anlamak için dünden bugüne ışık tutuyor.
Avrupalılar'ın 13. yüzyılda Haçlı seferleriyle başlayan Doğu'ya yönelik ilgisi, ABD'nin Batı diye adlandırdığımız bloğa katılımıyla sürmektedir.
Batı'nın başlarda Bizans ve Selçuklular'a yönelik planları, Osmanlı'nın ortaya çıkmasıyla yönünü belirlemiştir: Nasıl parçalarız ya da nasıl ele geçiririz.
Romen yazarın farklı ülkelerin arşivlerinde yaptığı çalışmalarla ortaya çıkardığı projelerde krallar, kraliçeler, din adamları, filozoflar, bilim insanlarının görüşleri yer alıyor.
İş Bankası Yayınları'ndan çıkan kitapta; paylaşım projelerinin yanısıra, 30 harita ve yazarı Djuvara'nın anıları da yer alıyor.
İlk kez Balkan Savaşları sırasında basılan çarpıcı kitapta, Osmanlı'nın çöküş dönemine doğru 1912'deki bir özel projeden söz ediliyor.
Başkent İstanbul'un Hong Kong modeli imtiyazlı bölgelere ayrılması öngörülüyor.
Buna göre; Haydarpaşa Almanlar'a, Pera Fransızlar'a, Boğaziçi tepeleri Ruslar'a, Galata Avusturyalılar'a, İstanbul yakasının yönetimi de İngilizler'e bırakılacak.
Yüzyıllar sonra bunların yerine; Kerkük, Erbil, Afrin, İdlib, Kobani yazıp öyle okuyun.
Yazan ve sahneye koyan değişmiyor, farklı olan yalnızca aktörler...
(Sabah Kitap ekinin Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.)
Kahvehane dedikodusundan mahalle kavgalarına, medya dünyasından bürokrasiye, tarihi olaylardan savaşlara kadar aklınıza gelen her alanda komplo teorileri olagelmiştir.
Hele spor dünyası ki bunu futbol diye okuyun. Uydur uydurabildiğin kadar, alıcısı her zaman bulunur, nasılsa bir inanan olur.
Buna son zamanlarda eklenen sosyal medyada eklenince cinnet durumunda bir paranoyaya bağlamış durumdayız.
Kahve falı açar gibi komplo teorileri sürüp gider.
Ancak bu işin gerçek bir yanı da vardır kuşkusuz...
Özellikle devletler, çıkarlar söz konusu olduğunda mesele hiç de kahve falı gibi küçümsenmeye gelmez.
En canlı örneği bizim de artık bir ucundan dahil olmak zorunda kaldığımız Ortadoğu...
Bırakın yılları, ayları her gün, her saat değişen dengeler, karşılıklı alınan pozisyonlar bir anda değişebiliyor.
Dönemin Romanya Krallığı'nın İstanbul elçisi olarak görev yapan diplomat ve araştırmacı Trandafir G. Djuvara'nın Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje adlı kapsamlı kitabı yaşadığımız zamanları anlamak için dünden bugüne ışık tutuyor.
Avrupalılar'ın 13. yüzyılda Haçlı seferleriyle başlayan Doğu'ya yönelik ilgisi, ABD'nin Batı diye adlandırdığımız bloğa katılımıyla sürmektedir.
Batı'nın başlarda Bizans ve Selçuklular'a yönelik planları, Osmanlı'nın ortaya çıkmasıyla yönünü belirlemiştir: Nasıl parçalarız ya da nasıl ele geçiririz.
Romen yazarın farklı ülkelerin arşivlerinde yaptığı çalışmalarla ortaya çıkardığı projelerde krallar, kraliçeler, din adamları, filozoflar, bilim insanlarının görüşleri yer alıyor.
İş Bankası Yayınları'ndan çıkan kitapta; paylaşım projelerinin yanısıra, 30 harita ve yazarı Djuvara'nın anıları da yer alıyor.
İlk kez Balkan Savaşları sırasında basılan çarpıcı kitapta, Osmanlı'nın çöküş dönemine doğru 1912'deki bir özel projeden söz ediliyor.
Başkent İstanbul'un Hong Kong modeli imtiyazlı bölgelere ayrılması öngörülüyor.
Buna göre; Haydarpaşa Almanlar'a, Pera Fransızlar'a, Boğaziçi tepeleri Ruslar'a, Galata Avusturyalılar'a, İstanbul yakasının yönetimi de İngilizler'e bırakılacak.
Yüzyıllar sonra bunların yerine; Kerkük, Erbil, Afrin, İdlib, Kobani yazıp öyle okuyun.
Yazan ve sahneye koyan değişmiyor, farklı olan yalnızca aktörler...
(Sabah Kitap ekinin Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)