14 Mayıs 2015 Perşembe
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var*
Modern zaman gurularının tavsiyeleriyle kuşatılmış vaziyetteyiz.
Bir adları da var: Yaşam koçları.
Kitapları onlarca baskı yapıyor, konferansları büyük ilgi görüyor, gazete ve TV'lerde söyleşilerden geçilmiyor. Batı'nın bireysel dünyasından kaçıp yeni arayışların peşine düşenlerin bizde de kuşkusuz bir karşılığı var.
Türkiye'nin yüzde 60'ı artık kentlerde yaşıyor ve epey bir zamandır modernizmin hastalıklarıyla uğraşır durumdayız. Etkileri her yerde hissediliyor. (Meraklısına not: Prof. Hasan Bülent Kahraman uzun süredir gazetemizde bu geçişin sancılarını çok önemli tespitlerle ele alıyor.)
Şimdi ithal guruların yerli versiyonları hayatımıza nüfuz etmeye başladı.
"Sabah erken kalkın, gülümseyin, pozitif olun, ceketiniz sizi ele verir."
"Ferrari'sini satan bilge gibi olun, hayallerinizi gerçekleştirin."
Bunların hepsi kabulüm zaten Madridli bir üniversiteliyle İzmirli yaşıtı ya da Paris'teki bir beyaz yakalıyla İstanbul'daki mevkidaşı aynı sorundan muzdarip.
Hele iletişim çağının getirdiği yeni sorunlar da üstüne binince durum fena halde Bulutsuzluk Özlemi'nin şarkısı gibi oluveriyor:
"Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da
Her nefes alışımız bayramdı
Bir umuttu yaşatan insanı."
(Tereddüt ediyordum ama söylemesem içim rahat etmeyecekti. Bu yaşam koçlarının sözlerini sürekli tekrarlayıp duranlardan da gına gelmiş durumda.)
Oysa toplumda, belki de ailemizde rol modeli olacak, örnek alınacak ne çok değer var...
Bunlardan biri de Prof. Dr. Semavi Eyice...
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Kendimizi bilmediğimiz için dünyayı anlayamıyoruz" tespitinden yola çıkarsak ne yazık ki değer de bilmiyoruz.
Semavi Eyice Kitabı: İstanbul'un Yaşayan Efsanesi'ni okurken 92 yaşındaki bu değerli insanın incitildiğini, küstürüldüğünü ve şimdi bir köşede tarihi eser muamelesi (bunu bizzat kendi söylüyor) gördüğünü anlıyorsunuz. Nehir söyleşiyi yayına hazırlayan Selim Efe Erdem iki buçuk yılda ortaya çıkan ve bin saati aşkın ses kaydından ortaya çıkan kitabında neler olduğunu şöyle özetliyor:
"Semavi Eyice'yi bazen sultanların düğün şenliği düzenlediği Fenerbahçe çayırında neşeyle uçurtma uçuran çocuk, Papaz Mektebi'nde Osmanlıcayla ilkokula başlayan Cumhuriyet öğrencisi, 2. Dünya Savaşı'nda İstanbul-Berlin trenindeki tek yolcu olarak bir üniversiteli, İngiliz uçakların bombaladığı ve sekiz kişinin öldüğü bir Alman ailenin evinden şans eseri sağ çıkan genç bir aşık, konferans için bulunduğu Amerika'daki ünlü bir seri katilin elinden dikkatiyle kurtulan bir akademisyen, askerde bile bıyığını kesmeyen 'alışkanlıkları olan bir adam', 68 kuşağı olaylarında fakülte kapatan bir dekan vekili, Anadolu ve Trakya'yı karış karış gezen bir sanat tarihçisi, İstanbul'daki sayısız tarihi cami, eski ev ve meydanı yok olmaktan kurtarmış bir koruma kurulu üyesi, 12 Eylül darbesinin kudretli paşası Kenan Evren'i mahkemeye veren bir Türk Tarihi Kurumu üyesi, Bizans kürsüsü kuran ve İslam Ansiklopedisi için 30 yıl çalışan bir İstanbul bilgesi, İstanbul ve Bizans üzerine 30 bin nadide eseri bir araya getiren bir kitapsever, 60 yıllık bir eş, baba ve dedede bulacaksınız."
VERGİ VERECEKSİNİZ Öyle bir hayat ki ne olması gerektiğine Galatasaray Lisesi'nde okurken 12 yaşında karar veriyor. 1922 doğumlu Semavi Eyice 1934'te Cerrahpaşa'da o zamanlar Avratpazarı denen bölgede Konstantin surları civarındaki ünlü Arkadius sütununu aramaya başlıyor. Sütun yok ama kaidesini ahşap bir evin bahçesinde soruşturarak buluyor. Neden tarihimizi yabancılardan öğrenelim diyerek sanat tarihçisi olmaya karar veriyor.
Sanat tarihinin en seçkin uzmanlarının Avusturya ve Almanya'da olduğunu öğrenince 1943'te öğrenci olarak gidiyor. Almanya'da 2. Dünya Savaşı'nın en korkunç dönemlerini yaşıyor.
Bombardımanlarda arkadaşlarını yitiriyor ama hiçbir şey onu öğrenme azminden geri bırakmıyor.
O dönemlerde savaşta tarafsız kalan Türkiye sonlara doğru Almanya'ya savaş ilan edince ortada kalıyor. Ve 1945'te zorlukla olsa önce Danimarka'ya oradan da Ankara'nın kiraladığı bir gemiyle Türkiye'ye doğru yola çıkıyor. Türk Yahudiler'in de bulunduğu gemi bir ay sonra Türkiye'ye ulaştığında hoşgeldin sürpriziyle karşılaşıyor.
"Vergi vereceksiniz" deniyor. Çünkü mevzuat hazretleri, Türk konsolosluğu olan bir ülkeden vizesiz geldikleri için ceza öngörmektedir. Halbuki Eyice üç yıldır savaşta olan Almanya'da neler neler yaşamıştır. Kaldığı ev bombardımanla yok olmasına rağmen hayatın iki günde nasıl düzene girdiğini, o meşhur Alman disiplininin her alanda tıkır tıkır işlediğini görmüştür.
Ah unutmadan, fazlalık diye Berlin garında bıraktığı kitap dolu bavulları da tam dört yıl sonra İstanbul'a ulaşmış. 1948'de asistan olarak başladığı öğretim üyeliği hayatı 2000'lere kadar süren Yenice'nin üniversitedeki yılları da bu işler yalnız Türkiye'de olur dedirtiyor.
Çekişmeler, dedikodular, siyaset, kişisel ilişkilerle mevki sahibi olanlar resmi geçit yapıyor. Eyice İstanbul'dan sonra Anadolu ve Trakya'da kazılar yapar onlarca eseri gün ışığına çıkarır. O da yetmez Balkanlar'da bile sayısız eserin yok olup gitmesini önlemiştir.
Semavi Eyice pırıl pırıl hafızasıyla öyle ayrıntılar veriyor ki bu kadar da olmaz diyorsunuz. Kitabı yayına hazırlayan Selim Efe'ye bunu da sordum. Ayrıntıları verirken bir yardım aldı mı diye.
"Hayır, her biri hafızasında sanki dün yaşanmış gibi duruyordu" dedi.
İşte 32 yıl öncesinden buruk bir anı: 12 Eylül darbesinin generali Kenan Evren, Türk Tarih Kurumu'nda tasfiyeye girişir. Semavi Hoca'ya birlikte Prof. Dr. Halil İnancık'ı çıkarır. Tam bir gün sonra Semavi Eyice, Kenan Evren'le karşı karşıya gelir.
- Paşam, kurulda değişikliklere gittiniz, neden böyle bir tasfiye.
- Gençleştirdik efendim kurumu.
- Paşam ben ihtiyar mıydım, 50'li yaşlardaydım. Yerime de benden 10 yaş büyük bir ismi üye yaptınız.
Dört yıl sonra İnancık'la tekrar üye yapılır. Ama Semavi Eyice, Cumhurbaşkanı Evren'i mahkemeye verip niye atıldığı sorar. Sen misin hakkını arayan...
Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün asil üyesi, Fransız devlet nişanı Legion d'Honneur sahibi, Belçika Kraliyet Akademisi üyesi Semavi Eyice, hem Tarih Kurumu'ndan hem de Anıtlar Kurulu'ndan atılır... Eyice Hoca, aynı zamanda büyük bir arşivin de sahibi ve dünyada İstanbul üzerine hangi kütüphanede ne var hepsini biliyor.
Sanat tarihçisi Prof. Dr. Yıldız Demiriz mezuniyet tezini Eyice'ye verir. Geri aldığında kırmızı kalemle işaretli bir yer vardır.
"Bu kitabı nerede gördün" diye sorar. Çünkü kitap Türkiye'de yoktur ve Eyice'de bunu en iyi bilendir. Semavi Eyice 12 yaşında oluşturmaya başladığı 40 bine yakın kitap arşivini İnan Kıraç'a devreder. Arşivi Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ndedir.
2011'de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görülen Semavi Eyice sitemini ona çok yakışan bir üslupla yapıyor:
"Vakt-i zamanında Şair Eşref şöyle söylemiş:
Devr-i mutlakiyette konuşmak suç idi.
Vakta ki devr-i meşruiyet geldi.
Söyletirler önce adamı sonra belletirler anasını..."
Semavi Hoca yaşadıklarını ve başına gelenleri kendisine yapılan muameleyi anlatırken sözünü esirgemiyor, bazen çok öfkeli bazen de aman sende tadında anlatıyor ama geride tek bir his kalıyor: Niye biz böyleyiz.
(Ataol Behramoğlu) *
ELEŞTİRİLERDEN BİR KİTAP DAHA ÇIKAR MI?
Renkli bir hayat yaşayan Semavi Eyice'yle Bizans, sanat tarihi, İstanbul başta olmak üzere değişen kentlerin durumunun yeterince ele alınmaması kitaba yapılan en büyük eleştirilerden. Selim Efe'ye bunu sordum. "Bir tek hatırlatma yapmama izin verin: Bu kitap, Bizans Sanat Tarihi uzmanı Semavi Eyice biyografisi. Dolayısıyla biyografi olduğu için, Bizans'tan veya güncel meselelerden daha çok Semavi Eyice'nin 'Nasıl dünyanın sayılı Bizans Sanat Tarihi uzmanlarından biri' olduğunu, yani hayat öyküsünü anlatıyor. Ama bunu yaparken, belki ayrı bir kitapçık olacak kadar Bizans ve İstanbul'u da anlatıyor. Tam 200 kez Bizans, 84 kez sanat tarihi, 804 kez İstanbul geçiyor kitapta. İstanbul'un tarihi kent mimarisi ve dokusunun ne zaman ve nasıl bozulduğu, iki İstanbul arasındaki farkın ne olduğu, hatta Taksim'e cami yapımından Ayasofya'nın ibadete açılmasına kadar çok sayıda güncel meseleye de yer veriliyor." Eleştirilere kısmen katılıyorum ancak ben insani yanını daha çok önemsedim. Belki Selim Efe ikinci kitabını da sanat tarihi ağırlıklı hazırlar...
DEĞERİ İLERİDE DAHA ÇOK ANLAŞILACAK
Prof. Dr. Ali Birinci'nin onun için söyledikleri belki de her şeyin özeti gibi: Semavi Eyice Hoca gibi, işini aşk ve şevk ile yapan insan zor bulunur. Bir aşkın peşinde koşmuş bir ömür boyu. İnsanlar aşkları kadar büyüktür. Semavi Eyice de ilim, İstanbul ve kitap aşıklarından biri olarak hep anılacak ve hatırlanacak. Artık, yeni bir Semavi Eyice de çıkmaz. İstikbalde de değeri çok daha iyi anlaşılacak.
(Sabah Kitap'ın Kasım 2014 sayısında yayınlanmıştır)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder