19. yüzyıl Avrupası'nı büyük bir emekle büyüteç altına alan ve bugünleri daha iyi anlamamızı sağlayan Avrupalılar, öğretici, aydınlatıcı ve bir o kadar da keyifli. Üç ünlü ismin etrafında ilerleyen belgesel tadında bir tarih romanı...
Avrupalı olmak nedir?
Dünyayı siyasi ve kültürel anlamda etkileyen, gözümüzü
açtığımız günden beri kulağımıza fısıldanan Avrupalılık neyi ifade eder, bu
oluşumun arka planında ne vardır.
Avrupalılık, ulusal kimliğin yanında ulus
üstü, sivil değerlere bağlı ortak bir uygarlık olarak tanımlanıyor.
İngiliz
tarihçi Profesör Orlando Figes, Avrupalılar kitabında bu ortak kültürün
nasıl yaratıldığını kültür, sanat ve yeni buluşların ışığında ele alıyor.
Yazar, 19. yüzyıldaki milliyetçi fikirleri, ulus devletleri ve coğrafi
konumları değil; Avrupa kültürünü oluşturan yeni sanat biçimleri, fikirleri ve
üsluplarıyla oluşan sentezle ilerliyor.
Büyük teknolojik ve ekonomik
dönüşümler, litografi ve fotoğrafçılığın icadıyla birlikte kapitalist çarkın
sanat üretimindeki ilişkisi kitabın ana unsurlarını oluşturuyor.
O zaman
kadar sanat ve kültür, kralların ve soyluların himmetinde ve gözetimindedir.
Ancak 1800'lere gelindiğinde her şey değişecektir.
Avrupa 19. yüzyılla
birlikte en parlak dönemlerinden birine girmektedir.
Demiryollarının icadı
ve yaygınlaşması başlangıçtır.
Kültürel küreselleşmenin birinci dönemi
demiryolları çağıdır.
Çünkü; ulusal sınırlar aşılmış sanatçılar ve eserleri
kıtanın her yanına daha kolay ulaşır hale gelmiştir.
At ve at arabalarıyla
günlerce süren yolculuklar kısalınca, orkestralar ve korolar, opera ve tiyatro
kumpanyaları, gezici sanat sergileri, okuma turnelerine çıkan yazarlar hep
demiryolunu kullandılar.
Tablolar, kitaplar ve basılı notaların ucuz seri
röprodüksiyonları için uluslararası bir piyasa ortaya çıkar.
Seyahat
kültürünün gelişmesi Avrupalı halkların kaynaşmasını ve ortak yanlarını
keşfetmesini sağlar.
Artık sanat ve kültür saraylarda, akademilerde,
prensliklerde değil orta sınıf halka inmiştir.
Kitap basımı ve ciltlemedeki
yeni teknikler yazarların daha iyi tanınmasını ve satışların artmasını
sağlamıştır.
Ünlü tabloların tıpkı basımları evleri süslemektedir.
Notaların çoğaltılmasıyla evlerde piyano sesleri yükselmektedir.
Piyano
kibarlığın bir göstergesidir, genç bir kadını evlenmeye değer kılan hünerlerden
biri haline gelir.
Demiryolu sayesinde seyahatler başlamıştır.
Turizm
hareketi, konaklama, yeme-içme ve hediyelik eşyalarla birlikte yeni bir sektöre
yol açılır.
Paranın dolaşımı hızlanmaya başlar.
Demiryolu gericileri
ürkütmüştür; bir tarihçi Paris'teki kralın sarayı kaprisle yönettiğini,
demiryolunun ise Fransa'yı birleştiğini yazar.
Papa XVI. Gregorius Papalık
Devletleri'nde demiryolunu yasakladı, Hannover veliaht prensi ise her kunduracı
ve terzinin kendisi kadar hızlı seyahat etmesini istemediği için demiryoluna
karşı çıktı.
Ancak hiçbir şey gelişmenin karşısında duramazdı...
Tarihçi Figes, Avrupalılar kitabının alt başlığında Üç Hayatın Işığında Kozmopolit Avrupa Kültürü'nde vurguladığı gibi, üç kişinin hayatını kitabın merkezine koyarak yola çıkıyor, geri plandaki büyük fotoğrafta ise Avrupa'nın koca bir yüzyılı var.
Ünlü Rus yazar İvan Turgenyev (1818-1883), şarkıcı ve besteci İspanyol Pauline Viardot (1821-1910) ve onun kocası Fransız Louis Viardot (1800- 1883) ki, önemli bir sanat eleştirmeni, akademisyen, yayımcı, tiyatro işletmecisi, cumhuriyetçi yanlısı aktivist, gazeteci ve Rusça ve İspanyolca'dan Fransızca'ya edebiyat çevirmeniydi.
Yazarın ifade ettiği gibi; sanatçı olmamakla birlikte sanatçının dayandığı her şeydi.
Turgenyev, Pauline'i gördüğü an aşık olmuştu ve çiftin yanında hiç ayrılmadı.
Tutkulu sevgisi iniş çıkışlarla sürdü.
Eşi Louis'le de iyi dosttu, sonuçta ikisi de sanatın dilini konuşuyordu ancak öteki durum aralarında hep bir duvardı.
Dikkatinizi çekmiştir, üçü de doğum ve ölüm tarihleri itibarıyla neredeyse 19. yüzyıla tamamına tanık etmişler.
Başka bir özellikleri de Fransa, İspanya, Rusya, Almanya ve Britanya'da yaşamaları ve diğer ülkeleri de dolaşmalarıydı.
Dolayısıyla Avrupa kültür sahnesinde gerçek öneme sahip herkesle ilişkideydiler.
Sanata ve sanatçıya destekleri de üç kişinin merkezde olmasını çok iyi açıklıyor.
Kitap, üç kişinin biyografisiyle ilerliyor, örneğin Pauline'nin operadaki konserinden bir anda o yıllardaki müzik, sahne, beste, telif hakları, sanatçıya ödenecek ücret, gibi muhteşem bir bilgilendirmeye dönüşüyor.
Mektuplaşmalar, tanıklıklar, eleştirilerden alıntılar metne derin bir anlam katıyor.
Rossini, Weber, Donizetti, Liszt, Paganini, Chopin, Wagner, Schumann ve o dönemin bugün adları bilinmese de klasik müziğe damgasını vurmuş ünlü isimler Turgenyev ve Viardot çiftinin çevresindeydi.
OSMANLI'YA DA ULAŞTI...
Kitabın ana ekseninden ayrılmadan bizdeki
yansımaları da önemlidir.
Osmanlı da bu kültür fırtınasından nasibini
almıştır.
1828'da İstanbul'a davet edilen ünlü İtalyan besteci Gaetano
Donizetti'nin ağabeyi Giuseppe Donizetti bestelerin yanısıra birçok opera,
operet ve bale eserleri sahneledi.
Donizetti Paşa ünvanı alan sanatçının
1842'de sahneye koyduğu Belisario adlı operası bu topraklardaki ilk eser olarak
kabul edilmektedir.
Sultan Abdülmecid'in yaptırdığı saray tiyatrosu 1859'da,
bugünkü İnönü Stadı'nın olduğu yerde Dolmabahçe Saray Tiyatrosu adıyla
açılmıştır.
Ancak beş yıl sonra yanarak yok olmuştur.
İkinci saray
tiyatrosu 1889'da Abdülhamid tarafından Yıldız Sarayı'nda
yaptırılmıştır.
Yine kitaba dönersek; gazetelerin Balzac, Dickens, Üç
Silahşörler ve Monte Kristo Kontu'nun yazarı Alexandre Dumas gibi yazarların
romanlarını tefrika halinde vermesiyle tiraj patlaması yapması, okuma
salonlarının oluşması, kitap basımının ucuzlamasıyla ve çevirilerle birlikte
Avrupa çapında satışların artması art arda gelir.
Ancak bir sorun vardır:
korsan baskı.
Müzikal eserler ve kitapların Avrupa'nın her yerine korsan
baskılarının dağılması engellenemez.
Korsan baskıyı yasayla koruyan
devletler bile vardır.
Yazarın ifadesiyle bu konuda en haydut devletler ABD
ve Belçika'ydı.
Eser sahipleri telif hakları için çok çabalar ancak sonucu
büyük mücadelelerden sonra alınabilir.
Zola'nın dediği gibi; yazarı
özgürleştiren para, modern edebiyatı yarattı.
Müzikal konserler ve özellikle
operalarda bağıra bağıra konuşmak, yemek, yürümek ve gezmek serbestti.
Büyük
bir kampanyayla sanata sessizlik istenir, oturma düzeni değiştirilir, katı
suskunluk kuralları konur, sloganı ise "Suskunluk müziğe en büyük saygıdır"
olur.
Bu kültürün oluşması yıllar sürer.
Ressamların para karşılığı iş
yapması bir grup sanatçıyı kızdırır.
Paris'te bir mahalleye çekilip "sanat
için sanat" derler ve o mahalle bohem olarak adlandırılır.
Avcının Notları
kitabıyla ülkesi Rusya'da sansüre uğrayan ve yargılanıp evinde sürgün hayatı
yaşayan Turgenyev, bir önceki kuşakta Gogol'u tanır.
Daha sonraları ünlü
yazarlar Tolstoy ve Dostoyevski ile arkadaş olacaktır.
Avrupa'nın edebiyat
devleri Zola, Hugo gibi yazarlarla da içli dışlıdır.
İmparator III.
Napolyon'un Paris'teki büyük fuar için kalkıştığı imar hamlesi birçok ülkeye
ilham kaynağı olur.
Şehirler yeniden tasarlanır.
Londra'da 1851'de
düzenlenen Büyük Sergi, 40'ı aşkın ülkenin katılımıyla açılır.
Modern
buluşlar, yeni fikirler, hammaddelerin değiş tokuşu, ticaretin teşviki ve
kültürel alışverişin boy göstermesi herkesin başını döndürür.
1849'dan beri
Londra'da sürgün yaşayan komünizmin babası Karl Marx ise acımasızca eleştirir:
Tüketime adanmış bir anıt.
Sonuç olarak 19'ncı yüzyılı büyük bir emekle
büyüteç altına alan ve bugünleri daha iyi anlamamızı sağlayan bu kitap,
öğretici, aydınlatıcı ve bir o kadar da keyifli.
Üç kişinin etrafında
ilerleyen belgesel tadında bir tarih romanı...
Bu baş döndürücü yüzyıldaki
kültürel ve sanatsal hızın, Birinci Dünya Savaşı'yla sonlanması da tarihin
cilvesi.
Sonrası ise malum.
(Sabah Kitap ekinin Kasım 2020
sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder