Ali Sami Yen Stadı'nda numaralıyla açık tribünün kesiştiği yerin hemen önünde bulunan soyunma odası, yerin altından yukarıya doğrudur. Futbolcular o basamakları adım adım tırmanır ve kafaları göründüğü an kızılca kıyamet kopardı. Ben ise o beyaz saçlı adamı beklerdim. Önce saçları, ardından gözlükleriyle sevimli yüzü, gömleğinin yakası, üstünde tercihen kazak, çoğunlukla bisiklet yaka olurdu. Eğer hava soğuksa uzun bir pardesü... Onu görünce rahatlardım... Yüzüne dikkatle bakardım. Endişeli mi, kızgın mı, neşeli mi? Babam gibi gelirdi bana, güven verirdi... Kazanacağız, yenilmeyeceğiz, iyi bir şeyler olacak duygusunu onunla pekiştirdim ben...
O JUPP DERWALL'Dİ...
Alman futbolunun en önemli isimlerinden biri... Ülkesinde kazandığı başarıların ardından "Şef Gümüş Kıvrım" lakabı ile anılıyordu... Türkiye'ye gelen en kariyerli hocaydı. Çok değerli hocalar geldi ancak onun gibisi olmadı. Neden buralara yolu düşmüştü? Hem de o yıllarda... Maçlar tozlu topraklı sahalarda oynanırdı. İdman yerleri, kamplar bir felaketti. Kısacası her şey kâbus gibiydi. "Florya'ya ilk geldiğimde, itiraf edeyim, kendi kendime 'Ne işin var senin burada?' dedim. 'Alman Milli Takımı ile Avrupa şampiyonu, Dünya 2'ncisi olmuş bir teknik adamsın. Böyle bir yerde sen nasıl çalışırsın?' diye düşündüm. Biri bana o an Türkiye'nin Dünya üçüncüsü olacağını söyleseydi 'Hadi ordan', derdim. Aslında benim yerimde bir başkası olsaydı, oradan hemen eşyalarını toplayıp, ertesi gün geri dönerdi. Akşam, otelin penceresinden baktığımda, Boğaz'ın şahane manzarası beni çok etkiledi. Balıkçı motorları, giden gelen vapurlar. Ve kararımı verdim." Derwall "Yeni bir meydan okumaya ihtiyacım vardı," diye tamamlamıştı sözlerini...
Ama niye Türkiye?.. Avrupa'dan ve ülkesinden o kadar iyi teklif varken neden burayı seçmişti?.. Nedenini yıllar sonra anılarını kaleme aldığı Futbol Basit Bir Oyun Değildir kitabında buldum...
HİTLER'İN ORDUSUNDA ASKER
1927 doğumlu olan Derwall, İkinci Dünya Savaşı'nın kızıştığı dönemde askere alınır. Hava Kuvvetleri'nde Oesau Hava Filosu'nda 'Kızıl Avcılar' olarak anılan birliktedir. Sonra iki taraftan saldırıya geçen Amerikan ve Rus ordularının birleşmesini engellemek için kara birliklerinde görev alır. Ve Harz'da tutsak düşer. O günleri, "Tanrıya şükür ki bizi esir alanlar Amerikan askerleriydi, iki kilometre ötedeki Ruslar değil," diye anlatıyor. Welda Savaş Esirleri Kampı'nda 50 bin tutsakla yağmur altında bir dam altı bile bulamadan kartonların üstünde günlerce yaşamak zorunda kalır. Her gün 8-12 ölü saydıklarını da hatırlıyor Derwall.
Fransa'daki madenlere çalıştırılmak üzere götürüldükleri trenden atlayan Jupp Derwall, iki buçuk yıl süren askerlik deneyiminden sonra ailesinin yanına döner. Harap olmuş ülkelerini yeniden imara girişen Almanlar'ın başında büyük bir dert vardır. Evlerini yaparken bir yandan da patlamamış mayın ve bombalarla karış karşıyadırlar. Sürekli birileri yaralanmakta ya da ölmektedir. İşte böylesi büyük bir acı ve deneyimden gelen bir insanın Türkiye'yi seçmesi şaşırtıcı değil. O bir mücadele adamıdır.
Ve bir çıkış arayan Türk futbolu onun için biçilmez kaftandır. Karar verme anı için söylediklerine saygı duymamak mümkün mü:"Beni bu karar iten, ilk andan itibaren bana büyük yakınlık gösteren çevremdeki insanlardı. Sportif, ekonomik ve daha birçok alanda Batı Avrupa'dakilere göre çok daha zor durumdalar. Ama yine de çevrelerine sabır ve memnuniyet saçıyorlar. Sükunetlerini korumak, saygılı, saygın, yardımsever olabilmek için içlerinde büyük bir güç taşıyorlar..."
FUTBOL ARTIK HER ŞEYİ
Savaş sonrası artık hayatında uzunca bir süre ara verdiği futbol vardır. Batı Alman liginde Alemannia Aachen ve Fortuna Düsseldorf takımlarında forma giyer. Teknik direktörlüğe adım atışı 1959 yılında olur. İsviçre'nin FC Biel (1959-1961) ve FC Schaffhausen (1961-1962) takımlarını çalıştıran Jupp Derwall, 1962 yılında Düsseldorf'un başına geçti ve Almanya Kupası'nda final oynama başarısını gösterdi. Ve sonra ünlü Helmut Schön'ün yönettiği Alman Milli Takımı'nda ikinci adam oldu. Yıl 1970'tir. Ve 1978'e kadar sekiz yıl Schön'ün yardımcısı olarak 87 milli maça çıkar. Daha sonra 1978-1984 arasında tek sorumlu olarak da 67 milli maçı ekler kariyerine.. Dünya Şampiyonluğu, Avrupa Şampiyonluğu tadar. Birçok kez bu büyük turnuvalarda ikinci, üçüncü sıralarda yer bulur... Ama 1984 yılının yazında Fransa'daki Avrupa Şampiyonası her şeyin altüst olduğu ve yeni bir başlangıcın yapıldığı yer olacaktır.. Başarısız olan Alman hoca büyük eleştiriler ve hayal kırıklığıyla artık köşesine çekilmek niyetindedir... Görevini ünlü Beckenbauer'e bırakır... Ve İstanbul'dan gelen bir telefonla da kendisini Atatürk Havalimanı'nda bulur... Niyeti Galatasaraylı yöneticilerle konuşmak, tesisleri gördükten sonra da bir karara varmaktır. Ama kendini bir anda taraftarların omuzlarında bulur... O anı anlatırken nefis bir saptama da yapar:
"İstanbul'a sadece ve sadece insanları, çevreyi ve olası işyerimi görmek ve tanımak için geldiğimi söylüyorum. Onca gazeteci ve taraftara bunu açıklamak kolay değil. Kimse muhtemel olanla ilgilenmiyor. Herkes için her şey açık ve kesin: Galatasaray için yeni teknik direktör bulundu!"
'EN SEVDİĞİM ALMAN ÖLDÜ'
Galatasaray'daki ilk yılında Türkiye Kupası'nı kazandı. Ardından 1986-87 sezonunda sarıkırmızılı takımı 14 yıl sonra lig şampiyonluğuna taşıdı. 1987-88 sezonunda yardımcısı Mustafa Denizli saha içi sorumluluğunu alınca, Derwall danışman olarak görevini sürdürdü. Aynı ikili, Türk Milli Takımı'nda da görev yaptı. Özellikle sahaların çimlendirilmesi ve altyapıya önem verilmesi konusunda Türk futboluna büyük hizmetler verdi. Hacettepe Üniversitesi, Türk sporuna yaptığı katkılar nedeniyle ona onur doktorası verdi. Geçirdiği kalp ameliyatından sonra eşinin ülkesi İsviçre'ye yerleşti. Hıncal abi "En sevdiğim Alman öldü" yazısında gözyaşlarını tutamadığını yazdı. O gece Mustafa Denizli, televizyonda onunla ilgili anılarını anlatırken, "Bir abide, doruk, sevgi dolu ve Türkiye'ye âşık" diye tanımladı..
Köln'de 1989 yılında Galatasaray'ın cezası nedeniyle Monaco'yla oynanan çeyrek final maçında Derwall soyunma odasına gelir. Denizli, onu sahaya çıkarır ve oradan tribüne gitmesini sağlar. Sonrasını Mustafa Hoca tamamlayamadı. Gözyaşlarını tutamayıp ekranı terk etti... O an unutulur mu? Derwall'ı gören 50 bin Türk çılgınlar gibi alkışlayıp ayağa kalktı. O bayrak denizinde Galatasaray, Fener, Beşiktaş, Trabzon ve diğerlerinin renkleri vardı. Öpücükler vererek tribüne çıkan Derwall ağlamıştı. Şimdi Hıncal abi, Mustafa Hoca ve benim gibi onu seven milyonlarca kişinin olduğu gibi...
Derwall o gün Alman gazetecilere, "İşte benim Türklerim," diyecekti büyük bir gururla... O bizi sevdi biz de onu...
Huzur içinde uyu...
1 Temmuz 2007 Sabah
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder