Bizim kuşağın hikayesi birbirine benzer; orta halli aileler, karaborsa
yüzünden kuyruklarda geçirilen zamanlar, eşi benzeri olmayan ve de olmayacak
komşuluklar...
Ama her şeyin ötesinde bir topun peşinde kurulan
arkadaşlıklar...
Sonra biri çıkagelir ve hayatınızı değiştirir.
Annedir- babadır o, ya da
akrabalardan biri, yan apartmandaki abi, öğretmeniniz.
Belki de o zamanlar yeni
tanıştığımız televizyonda izlediğimiz biridir...
Ama o biri muhakkak vardı; kişiliğinizin oluşumunda, ileriki yaşamınızda
etkisi altında kaldığınız.
Bir sözü, hareketi, davranışı, eylemi ya da bir tavsiyesi kalır
hafızanızda.
O da benim için öyleydi...
Uzun fırça gibi sarı saçları, beklenmedik bir anda
attığı çalımları ve golleriyle kendine özgü sevinci...
On yaşında bir çocuğun dünyasına siyah beyaz televizyondan giren 14 numaralı
oyuncuya herkes gibi ben de hayrandım.
O zamanlar Almanya daha gözdeydi. Yüzbinlerce Türk gurbete gitmişti ve
Hollanda takımı Ajax'a karşı haliyle Bayern Münih destekleniyordu.
Ama benim gözüm onun üstündeydi.
Johan Cruyff adını hiç unutmadım.
O günden
bugüne kadar her yolculuğunu takip ettim.
Şanslı bir kuşaktık; çok iyi sporcular izledik.
Pele'ye yetişmedim ama
Cruyff, Beckenbauer, Müller, Platini, Socrates, Zico, Rossi, Zidane, Hagi, van
Basten, Cantona, Maradona, Ronaldinho gibi futbolu güzelleştiren nice büyük
oyuncu tanıdım. Bazılarını canlı olarak izleme fırsatı da buldum.
Ama Cruyff başkaydı; benim için hala bir numaradır.
Ne Messi ne de Ronaldo bu
fikrimi değiştiremez.
Oyuncu iken de özel biriydi çalıştırıcı olduğu zaman da...
Bu işe hayatını
adamıştı ve her daim söyleyecek bir sözü vardı.
Hiç pes etmiyor, yepyeni
fikirlerle ortaya çıkıyordu.
Şaşırtıyor, kızdırıyordu.
Risk alıyor ama sonuçta
başarıyordu.
Filozofuydu bu işin...
"Başkaları, oynadığım maçlara dair ayrıntıları benden çok daha iyi yazdı;
bense futbolun fikriyle ilgiliyim. Sürekli ileri bakmak, yaptığımda daha iyi
olmaya yoğunlaşabilmem demek; geçmişe sadece hatalardan neler öğrenebileceğimi
görmek için bakarım."
Cruyff'un yazdığı Benim Oyunum kitabını okuduğumda, onu neden sevdiğimi ve
yıllar boyu benimle yaptığı yolculuğun nasıl da değerli olduğunu bir kez daha
anladım.
İçtenlikle, hiç eğip bükmeden yazılan kitap doğal olarak futbol ve spor
üstüne ancak hayat ve çalışma üzerine de derslerle dolu...
Yeri geldiğinde kendini de acımasızca eleştiren Cruyff; takım arkadaşlarından,
yöneticilerden, kulüp başkanlarından, ailesinden, dostlarından söz ederken
düşündüklerini hiç sakınmadan yazmış. Eleştirmiş, övmüş, anlamaya çalışmış,
bazen kendini hatalı görmüş bazen de karşısındakini. Geçmiş, bugün ve gelecek
üzerine kurduğu köprülerle yol alıp felsefesini anlatmış.
Amsterdam'daki Ajax takımının stadına birkaç yüz metre uzaklıkta bir manav
dükkanı olan babası onun futbol sevgisini de etkiler.
Evleri savaş sonrası
yapılmış ucuz konutlardı.
Emekçi ailelerin oturduğu mahallenin çocuklarını
biçimlendiren ise sokaklardı. "Bulduğumuz her yerde futbol oynardık" diye
anlatıyor o günleri...
O günlerin mirası, kaldırımların pas arkadaşına dönüşü, betonda düşmemek için
denge kurmayı öğrenmesi futbol oynarken yaptığı şaşırtıcı hareketlerin pasların
da temeli olur.
Adı 'topçu oğlan'a çıkan Cruyff okula bile topla gider.
"Her şey 5 yaşında başladı" diyor Cruyff.
Babası futbolcular için hazırlanmış
meyveyi kulübe birlikte götürmesi için teklif yapar. Orada babasının arkadaşı,
saha bakıcılarından biriyle tanışır. "Yardım eder misin" teklifiyle Ajax'taki
hayatı başlar. O adam ilerde kendisine çok destek olacak üvey babası
olacaktır.
10 yaşında altyapıda başlayan macerası dikkat çekici bir şekilde ilerler,
Total Futbol'un mucidi Rinus Michels'le tanışması ise zirvedir.
A Takıma
çıktığında 18 yaşındadır ve takımın en genci olmasına rağmen Michels onunla
taktik tartışır.
Sonrası hızla gelir, Ajax'ta büyük başarılardan sonra Barcelona'ya gider ve
Katalanlar'ı 14 yıl sonra şampiyonluğa taşır. Hocası da Michels'dir tabii
ki...
Hollanda milli takımıyla oynadıkları futbol dünyayı büyüler, ilk izlediğim
1974 Dünya Kupası finalini nasıl unuturum. Almanya karşısında birinci dakikada
yaptırdığı penaltıyla öne geçmelerine rağmen kaybettiler.
Cruyff neden
kazanamadıklarını, "çok havaya girmiştik, ayaklarımız yere basmıyordu"
sözleriyle açıklıyor.
1978'de yine finale çıktılar. Rakip ev sahibi Arjantin'di ama Cruyff
turnuvaya gitmemişti. Çok kızdığımı hatırlıyorum, gazeteler neler yazmıştı.
Eşini suçladılar, çok havaya girdi dendi. Cevabını yıllar sonra kitabında buldum
ve onu affettim.
Barcelona'da ailesi kaçırılmak istenmişti, eşiyle üç çocuğu
polis koruması altında yaşıyordu. "Onları bırakamazdım, tercih için düşünmedim
bile" diyordu.
31 yaşında futbolu bırakınca parasını hiç bilmediği bir işe domuz çiftliğine
yatırınca her şeyini yitirir. 6 milyon dolar para ve oturduğu evi dahil her şeyi
gider elinden.
Kayınpederi duruma el koyup, "Unut hepsini, kaybını kabullen ve git,
becerebildiğin işi yap" der.
Yeniden futbola dönüp bu kez Amerika'nın yolunu tutar.
Hiç unutamayacağı, dersler çıkaracağı, farklı bakış açılarıyla dolu ABD
macerası ona; okul spor ilişkisi, kulüp yöneticiliği, taraftarlık konularında
yeni fikirler verir.
"Klişedir, evet ama kazanmak sahiden her şey değildir. Her zaman yürekten
inanmışımdır buna. Elbette her daim kazanmaya çabalarsınız ama daha önemlisi
nasıl yaptığınızdır."
Yeniden Ajax'a dönen Cruyff, liderliğiyle takımı da sürükleyip büyük işler
başarır. Ancak yönetim kötü davranınca ezeli rakip Feyenoord'a gider. Yaşlı
dedikleri adam 37 yaşında onları da şampiyonluğa ulaştırır.
Messi gelene kadar Avrupa'da üç yıl yılın futbolcusu seçilmiş tek
sporcuydu.
Futbolu bıraktıktan sonra yeri sahanın kenarıdır. Çalıştırıcı olarak Ajax'ta
başlar, başarılar ve sonunda yine çekişmelerin ardından oyunculuğundaki gibi
yolu Barcelona'ya düşer. Orada elde ettiği büyük başarılardan ve kupalardan çok
önemlisi bugünlere ulaşan oyun düzeninin hala sürmesi olur.
O dönem Rüya Takım 1
diye adlandırılıyor. Bugün Messi, onun temellerini attığı felsefe sayesinde
müthiş yeteneğini sergileyebiliyor.
Sıradan bir oyuncu iken Cruyff'un yıldız yaptığı ve sonradan Barcelona'nın
2'nci Rüya Takımı'nı yöneten Pep Guardıola, "Johan katedrali dikti; bakımı,
koruması bize düşüyor" diyecekti.
"Ayrıntılar üzerinde daha iyi durabilmek için hep uzmanları aradım" diyen
futbol dahisinin yaptıklarına bakar mısınız: Futbolcuların nefeslerini iyi
kullanması için ünlü bir operacıdan yardım alır, bedendeki enerji ayaklardan
çıktığı için refleksoloji uzmanı tutar.
Bugünlerde transfer obezi, milyarlarca euroyu saçıp savuran anlı şanlı futbol
kulüplerimiz Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Trabzonlu yönetici ve
taraftarların ilgisini çeker mi bilmem bakın bilge adam ne diyor:
"Üst düzey futbolda artık çok daha fazla para dönüyor ama aynı hataların pek
çoğu hala yapılıyor. Bunun sonucundaysa kararları, en iyi kararı almayı bilmeyen
yönetim kurulu üyeleri alıyor. Seçimler şahsi sohbetler ve yönetim kurullarıyla
yönetici bürolarındaki lobi faaliyetleri üzerinden yapılıyor. Bazen afallatıcı
sonuçlara varılıyor ve karar alanlar savaş alanından uzak duruken, kurşunları
yakalamak çalıştırıcılara düşüyor."
Benim için onu değerli kılan yanlarından biri de sosyal faaliyetleriydi.
Kurduğu vakıflarla engelli çocuklara el uzattı, futbol oynarken başlattığı bu iş
bugün dünyanın dört bir yanında binlerce kişinin hayatını değiştirdi. Geçen yıl
66 yaşında kaybettiğimiz Cruyff geride bıraktıklarıyla yaşayacak.
Cruyff Vakfı bünyesinde Cruyff üniversiteleri, kolejleri, kütüphaneleri,
enstitüsüyle sporcusundan işadamına, engelliden ilkokul çağındakilere uzanan
geniş bir yelpazede destek veriyor.
"Sahte yaşamadım hiç; çocukluğumdan beri güzel ve illa hatalardan
kaynaklanmadıklarını öğrendiğim kötü anlar dahil her şeyi olduğu gibi
karşıladım. Bir aksilik veya başarısızlık, muhtemelen birtakım düzeltmeler
yapmanız gerektiğini gösteren bir işarettir. Böyle bakmayı öğrenirseniz tüm
tecrübeler olumlu bir şeye dönüşür. İnsanlığımızı zenginleştirir. "
Benim Oyunum kitabı futbol ağırlıklı bir kitap ama hayat dersleriyle dolu. Kitaptaki futbol geçen yerlere hayat sözcüğünü koyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Teşekkürler bilge adam, hayat yolculuğumda hep yanımdaydın. Çok şey öğrendim
senden ve beni hep mutlu ettin.
(Sabah Kitap ekinin Temmuz 2017 sayısında yayınlanmıştır.)
Cruyff'ün On Dört Kuralı
1. Takım Oyunculuğu: Başarmak için birlikte çalışmalısınız.
2. Sorumluluk: Her şeyle kendinize aitmiş gibi ilgilenin.
3. Saygı: Birbirinize saygı duyun.
4. Bütünleşme: Faaliyetlerinize başkalarını da katın.
5. İnisiyatif: Yeni şeyler denemekten çekinmeyin.
6. Hocalık: Takım içinde daima birbirinize yardım edin.
7. Kişilik: Kendiniz olun.
8. Sosyalleşme: Sporda ve hayatta karşılıklı etkileşim elzemdir.
9. Teknik: temeli bilin.
10. Taktik: Ne yapılacağını bilin.
11. Gelişme: Spor hem ruhu hem de bedeni kuvvetlendirir.
12. Öğrenmek: Her gün yeni bir şey öğrenmeye çalışın.
13. Birlikte oynamak: Her oyunun elzem parçasıdır.
14. Yaratıcılık: Spora güzellik getirin.