Diyarbakır kökenli Baba Onnik ve Ara Dinkjian...
1915'te Ermenilerin yaşadıkları, bu toprakların gördüğü en büyük acı ve felakettir. Son 20 yıldır bu meseleyle yüzleşiyoruz. Daha çok konuşuyor, tartışıyoruz. Ortaya çıkan hayat hikayeleri de acıları azaltmak için bir umut
1915 yılı iki büyük olayla anılır.
Biri Çanakkale Savaşı diğeri de Ermeni Tehciri...
İkisinin de birbirini takip eden günler (24 ve 25 Nisan) olması tarihin bir cilvesi olsa gerek...
1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'na damga vuran ve etkisi 100 yıl sonra bile hâlâ sıcaklığını koruyan Çanakkale, yoktan var oluşun hikayesidir. Büyük bir direnişin, cesaretin şanlı sayfasıdır. Ancak devletlerin, milletlerin geçmişinde her zaman böyle şanlı sayfalar olmaz. Acı olaylar, üstü örtülü karanlık durumlar da yaşanmıştır. Onlardan biri de bu toprakların gördüğü en büyük acı ve felakettir.
Anadolu'nun en eski en kadim halklarından Ermeniler'in yaşadığı (adı her ne olursa olsun; tehcir, felaket, kırım, mukatele, soykırım) büyük acıdır.
Savaşın kuralları vardır, ordulardır karşı karşıya gelen...
Ölenler ve yaralananlar da sonuç itibarıyla askerlerdir. Ancak Ermeni meselesinin (Süryani, Rumlar da buna dahildir) sivillere yönelik olması en büyük dramdır. O günün şartlarında toz duman kalkarken Müslüman sivillerin de öldürülmesi bu büyük meselenin içindedir.
1915 yılında birçok cephede savaşa giren Osmanlı'da ülkeyi ve iktidarını tehlikede gören İttihat ve Terakki hükümeti, savaş alanlarındaki Ermenileri başka yörelere göç ettirmeye karar verdi. Yani tehcire. İşte 100 yıldır süren soykırım tartışması bu kararla başladı. Yüzbinlerce Ermeni yollara düştü. Bu uzun yolculuk sırasında saldırıya uğradılar, açlık ve salgın hastalıklar da başgösterince kimine göre 1.5 milyon kimine göre de 600 bin Ermeni hayatını kaybetti. Birçoğu din değiştirerek canını kurtardı.
Geride bıraktıkları evleri, toprakları işgal edildi.
Üstünden bir asır geçmesine rağmen travma geçmemiştir.
Ermeniler'in yanısıra bu meseleyle son 20 yıldır gerçek anlamıyla yüzleşmeye, tartışmaya başlayan Türkler ve Kürtler de bu tramvaya dahil olmuştur.
İlk tepki inkardı sonra merak başladı, ardından "acaba" dendi. Şimdi daha çok konuşuyor daha çok tartışıyoruz. Kendine güveni olan her milletin ve ülkenin yapacağı gibi yüzleşeceğiz...
Bu iş "şu ülkenin Meclis'i soykırımı kabul etti, orada anıt dikildi, acaba başkan mesajında ne diyecek" gerginliğiyle sürmez, sürmemelidir.
Bu meseleyi binlerce yıl birlikte yaşamış halklar çözecek. Oturup konuşacağız, sesler yükselecek bazen de yumruklar sıkılacak.
Öfke, hüzün, gerilim her birini yaşayıp en sonunda sarılıp ağlaşacağız belki de...
Bunun yolu daha çok öğrenmekten ve okumaktan geçiyor. Birbiri ardına çıkan kitaplar ki aralarında yasaklı olanlar da vardı, meseleyi enine boyuna anlamaya yardımcı olacaktır.
Yeni çıkan ABD'li tarihçi emekli asker Edward J. Erickson'un "Osmanlılar ve Ermeniler", Raymond Kevorkian'ın "Ermeni Soykırımı" ve Mustafa Serdar Palabıyık'ın "1915 Olaylarını Anlamak: Türkler ve Ermeniler" kitapları iki tarafı da bilmek için önemli bilgiler içeriyor.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'nu incelediği kitabıyla da bilinen Erickson, belgeler, iddiaların yanı sıra gerek Ermeni gerekse Türk tarafının ileri sürdüğü görüşleri de inceliyor. Son 20 yıl içinde bazı düşüncelerinin değiştiğini de itiraf eden Erickson bu hadiselere ilgi duyanları geniş ve derin bir okumaya davet ediyor...
Ayrıca, # Tarih ve Derin Tarih dergilerinin bu ayki sayılarında değerli akademisyen, araştırmacı ve tarihçilerin de yer aldığı dosyalar hazırladığını not edelim.
BİRLİKTE YAŞAMAK..
Tarihçiler araştırsın, siyasetçiler konuşsun, belgeler çıksın, kitaplar yayınlanmaya devam etsin. Biz bu yarayı insanlarla çözeceğiz...
Geçenlerde okuduğum bir söyleşi içimdeki umudu yeşertti.
"Artık bir araya gelmenin zamanı geldi" diyor Ara Dinkjian...
Bu söz belki de yaraları sarmanın ön koşulsuz bir araya gelip konuşmanın, dertleşmenin kapısını açabilir. Onu, Sarışınım, Ağladıkça gibi unutulmaz şarkıların bestecisi olarak biliyoruz. ABD'de yaşayan ud ve cümbüş üstadı bir müzisyen...
Ancak onun bir başka kimliği daha var. Dedeleri 1915'ten sonra Diyarbakır'dan Fransa'ya göç etmiş. Babası Onnik orada doğmuş ve sonra ABD'ye gitmişler. Ara Dinkjian, New Jersey'de hem Ermeni hem de Amerikalı kimliğiyle büyümüş. Babasının görmediği topraklara özlemi onu her zaman şaşırtmış. Babası da onun gibi bir müzik adamı. Artık sayıları çok azalan Diyarbakır Ermenicesi denen bir ağızla konuşup, türküler söylüyor. Onnik, ata topraklarını 10 yıl önce 75 yaşında iken görebilmiş. Ara da ona eşlik etmiş. Bu gezi ve Ara'nın babası için hazırladığı albümün hikayesi Garod adıyla belgesel bir film oldu.
Garod, Ermenice 'Hasret' demek. O hasretin albümü Diyarbekiri Hokin (Ermenice Diyarbakır Şarkıları) adıyla türküleşti. Onnik hepsi de tanıdık gelen ezgileri seslendiriyor.
Ara'nın söyledikleri ise evrensel bir mesaj veriyor:
"Eğer memleketinizle kurduğunuz bir bağınız varsa, eğer nereden olduğunu biliyorsanız o sesler size gelecektir. Bu albümü gelecek için yapmalıyız ve en önemlisi bunu saygı, sevgi ve geçmişi kabul ettiğimiz için yapmalıyız... Zira geçmiş bize kim olduğumuzu ve nereye gitmemiz gerektiğini gösterir. Bu projeyi yaparken hep şunu merak ettim: "Acaba bizi duyabiliyorlar mı?"
Siz de "evet, duyuyoruz" diyorsanız hâlâ bir umut var demektir.
Peki Tamama'yı biliyor musunuz? Giresun Espiyeli Rum kızı Tamama'yı...
1916 yılında ailesiyle sürgüne çıkar. Annesi, babası, erkek kardeşi, amcasını yitirir. İki ablasıyla Sivas'ta ortada kalır. Ev ev gezip dilenirken bir subayın kızı onu bırakmaz. Ailenin kızıyla büyür, kimse gerçeği bilmez. 1973 yılında hastalanıp Rumca konuşmaya başlayınca kimliği açığa çıkar. Yunanistan'a göç eden ablaları bulunur, hasret giderir.
Tamama 1992'de öldü. Mezar taşında "Raife Okay" yazıyor. Altında ise, "Cici Annemiz Tamama."
Tamama'nın öyküsünü yazan Yorgo Andreadis, kitabıyla Abdi İpekçi Barış Ödülü aldı.
Daha nice öyküler var, zorla gelin gidenler, din değiştirenler...
Ya sevdalar, aşklar...
Yücel Çakmak'ın Ahçik romanı, o zamanki adıyla Harput'un Elazığ yöresinden gerçek bir aşk hikayesidir.
Müslüman Mustafa ile Ermeni kızı Ahçik arasında 1915'teki olaylar yüzünden yarım kalan sevdanın türküleşmiş sözleri insanın içini yakar:
"Ahçiği yolladım Urum eline
Eser bad-ı sabah zülfün teline
Gel seni götürem Harput eline
Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik civan o Ahçik
Vardım kiliseye baktım haçına
Gönlümü bağladım sırma saçına
Gel seni götürem Îslam içine..."
Güneydoğulu bir Ermeni olan Mıgırdiç Margosyan da öyküleri ve romanlarıyla yaraları iyileştiriyor. Gavur Mahallesi, Söyle Margos Nerelisen?, Biletimiz İstanbul'a Kesildi ve Tespih Taneleri'nde, tehcirin yarattığı tramvayı mizahıyla, şivesiyle ve gerçek hikayelerle sarıp sarmalıyor.
Margosyan'ın babası, "Bu dünyada en güzel şey yaşamaktır oğlum" dermiş...
Daha da güzeli hep birlikte yaşamaktır...
(Sabah Kitap ekinin Nisan 2015 sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder