Sayfalar

14 Ağustos 2015 Cuma

Aynadaki yüzümüzdü o

Elindeki silahı sözcüklerdi. Düşündü, biriktirdi, okudu, anlamaya çalıştı ve çılgıncasına yazdı. İnsana dair ne varsa ilgi alanındaydı. Tarihe adını 'adaletin bekçisi, dünyanın vicdanı' olarak yazdırdı. O Eduardo Galeano'ydu

13 Nisan'da dünyaya veda etti. 365 günü saatli maarif takvimi gibi ele aldığı kitabını açıp o tarihte ne yazmış diye baktım. 74 yıllık yaşamı boyunca özgürlüğü ve hakları için mücadele ettiği Latin Amerika'sının köklerine bir saygı duruşuydu...
Tam da ona yakışır bir final...
"Seni Görmeyi Bilemedik...
2009 yılında, Mani de Yucatan Manastırı'nın avlusunda, kırk iki Fransisken keşişi yerli kültüründen özür töreni düzenlediler: Kozmovizyonunuzu ve dininizi anlamadığımız, ilahi güçlerini reddettiğimiz, anlamadıkları bir dini asırlarca onlara dayattığımız, dini vecibelerini satanizmle özdeşleştirdiğimiz ve bunların Şeytan'ın işi, putlarının da Şeytan'ın maddeye dönüşmüş halleri olduğunu söyleyip yazdığımız için Maya halkından özür diliyoruz. Dört buçuk asır önce, aynı yerde, bir başka Fransisken keşiş Diego de Landa, sekiz asırlık ortak belleği barındıran Maya kitaplarını yakmıştı." (Ve Günler Yürümeye Başladı/ Sel Yayıncılık)
Yalnızca kitaplarını mı...
Latin Amerika'da taş üstünde taş bırakmamış, insanları vahşice öldürüp, tapınaklarını, saraylarını enkaza çevirip hazinelerini yağmalamışlardı.
Medeniyet getirme bahanesiyle Amerika'yı işgal eden Avrupalı Hıristiyanlar'a Nasıralı İsa'nın inançları uğruna çarmıha gerildiğini hatırlatıyor ve yüzyılllar sonra soruyordu:
"Sizin yaptığınıza ne demeli."
Halkının trajedisini ele aldığı ve uzun yıllar yasaklı listesinde olan Latin Amerika'nın Kesik Damarları kitabını 2009 yılında Venezüella Devlet Başkanı Chavez, ABD Başkanı Obama'ya hediye edince büyük sükse yapmıştı.
O ise büyük bir tevazuyla karşılamış ve "umarım bir işe yarar" demişti.
Hayat denen bu koşuşturma içinde unutmaya, unutturulmaya karşı bir direnişti...
Kadim dostu John Berger, "Suçlarımızı unutturmadığı için ona minnettarız.
Onun şefkati yıkıcı, hakikati hiddetli" diyordu.
Elindeki silahı sözcüklerdi. Düşündü, biriktirdi, okudu, anlamaya çalıştı ve çılgıncasına yazdı, yazdı ve yazdı...
"İçimde o kadar çok ses var ki bazen uyuyamıyorum" demesi bundandı. (Buket Aşçı Vatan Kitap) Öyle ya, dünyanın bunca meselesini kendine dert edinmek kolay mı? Bir bedeli vardı. O bu bedeli daha 14 yaşında üstlenmeye karar vermişti.
Çizimleri çok iyiydi, ressamlık yaptı. Politik karikatürleri El Sol gazetesinde yayınlandı.
Bankada getir götür işleri, vezneci, daktilocu olarak çalıştı.
Ünlü yazarların bulunduğu Marca dergisinin yayın yönetmenliğini yaptığında daha 20'li yaşlarındaydı.
1973'te Uruguay'da askeri darbe olunca hapse atıldı, sonra da sürgüne yollandı. Arjantin'deki sürgün 3 yıl sürdü. Askerler orada da iktidarı devirdi ve adı yok edilmesi gerekenler listesine girdi. Daha uzaklara gitmek zorunda kaldı. İspanya'dan ülkesine ancak 1985 yılında dönebildi.
"Hâlâ hayat var, uslu uslu boyun eğmeyi reddedenlerin arzusu... Bu dünya tepetaklak ve bakalım onu ters çevirebilecek miyiz, onu deniyoruz!" ( Tepetaklak /Tersine Dünya Okulu )Ancak bir bedene birkaç hayat biriktirenler, adalet ve vicdanı rehber edinenler ve bu uğurda her türlü zorluğu göze alanlar böyle sözler edebilir.
İnsana dair ne varsa ilgi alanındaydı: Darbeler, işkenceler, örülen duvarlar, yıkılan duvarlar, yakılan kütüphaneler, şairler, müzisyenler, aşklar, futbol, sömürgecilik, kıyım, yalan, sevgi, dostluk, arkadaşlık, ırkçılık, umut, barış, mucizeler, doğa, açlık, inançlar, hürriyet, mutluluk...
"Hatırlama takıntısı olan biriyim" diyordu.
Hitler, Newton, Sezar, Rosa Luxemburg, Al Capone, Kraliçe Victoria, Churcill, Afrodit, Beatles, Bob Marley, Napolyon, Pancho Villa, futbolcu Zidane, Karl Marx, Goya, General Franco, Einstein, Babil Kralı Hammurrabi, Mikelanj, Nazım Hikmet...
Sanatçısından darbecisine, bilim adamından mafya liderine, devlet adamından krallara uzandı. Kimi insanlığa çağ atlatmış kimi de zalimlerin en zalimi olup katliamlar yapmıştı.
Kimi romanlar yazmış kimi de kitaplar yakmıştı. Hepsine söyleyecek sözü vardı. Gözümüzün içine bakarak başını eğmeden söyledi.
Kötümserlikten, umutsuzluktan yılmadı, "İyilik yoksa onu bulmak gerekir" demeyi de bildi.
En büyük tutkusu futboldu, çok istemesine rağmen topun peşinde koşamadı ancak kendisine yakışır bir şekilde sevdasını yazıyla dile getirdi:
"Tüm dünya dönen bir topun etrafında dört döner."
Futbol deyince, birbirlerine hakaret eden, spor sayfalarında, televizyonlarda fanatik gözlükleriyle yorumlar yapan, seyirciyi tahrik edip, sonra bir şey olmamış gibi yapanların seviyesizliğine karşı bir manifestoydu sözleri...
"Ben basit bir 'iyi futbol dilencisiyim'. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen! Güzel bir oyun gördüğüm zaman da bunu sağlayanın hangi takım ya da hangi ülke olduğuna bakmaksızın bu mucize için şükranlarımı sunuyorum." (Gölgede ve Güneşte Futbol/ Can Yayınları)
Gazeteciliğin getirdiği titizlikle yazdı; ne bir eksik ne bir fazla. Ustası ona "silgili kalemle yaz" demişti. Ekleyerek değil silerek yazdı ayrıntılara boğmadan, kenardan arkadan dolaşmadan.
4 yıl önce Mexico City'de onur diploması aldığı törende yaptığı konuşmada vedasını yapmıştı sanki:
"Tüm sözler ve işler bittiğinde, tarih bize veda ederken -ya da öyle görünürken- aslında söylediği -ya da en azından fısıldadığı- şudur: Sonra, kısa bir süre sonra görüşmek üzere...
Ve şimdi ben de size veda ederken, tarihin bana öğrettiği gibi seslenmek istiyorum: Sonra, kısa bir süre sonra görüşmek üzere..."

O Eduardo Galeano'ydu...
Tarihe adını "adaletin bekçisi, dünyanın vicdanı" olarak yazdırdı...
(Sabah Kitap ekinin Mayıs 2015 sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder