Sayfalar

27 Mayıs 2023 Cumartesi

İstanbul dile geldi...


Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı,
çok kültürlülüğü ile nam salan İstanbul'un geçmiş günlerini bütün yönleriyle ele alırken merkezine insan hikayelerini koyuyor..

İstanbul bir kitapsa, yazarı 72 millettir.
Her biri izler bırakmış, kültür, gelenek, tarihle yoğrulmuş.
Üstüne biriken hayatın sesleri, anıları, yaşanmışlıklarıyla görkemli bir medeniyet kurulmuş.
Bugün koca bir dev haline gelen bu azman metropol her daim küllerinden doğmuş, şaşırtmış ve yoluna devam etmiş.
Son dönemdeki kazılarla kentin tarihi neredeyse 10 bin yıl öncesine kadar dayanan İstanbul, görkemli, şatafatlı Bizans İmparatorluğu'ndan sonra fetihle birlikte dünya sahnesine Müslüman kimliğiyle damga vurdu.
Orta Asya'dan Anadolu'ya oradan da bu kadim şehre taşınan Türk-İslam gelenekleri ve felsefesi, Bizans mirası Rumlar, İspanya'dan kaçan Yahudiler, Ermeni, Arap, Latin ve diğer halklarla iç içe geçti.
Her biri dini inançları, kılık kıyafetleri, yeme-içme, eğlence gibi insan hayatına dair ne varsa kendi dünyalarında bir kültür oluşturup, sonra da birbiriyle temas etti.
Bugün modern dünyanın yere göğe koyamadığı çok kültürlülük tam da İstanbul'un bir tarifiydi.
O günleri seyyahlar, vakanüvisler, elçilerin yazdıklarından, arşivlerdeki kayıtlardan takip etmek mümkün.
Bir de yüzyıllarca süren, kuşaktan kuşağa aktarılan hayatın kendisi var.
O dönemin tanıkları (ki bir elin parmaklarını geçmez) muhteşem bir gözlem, doyumsuz bir edebiyat lezzeti ve akıcı üsluplarıyla, imparatorluğun başkentindeki gürül gürül akan yaşama her pencereden baktılar.
Özellikle Osmanlı'nın son dönemiyle Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşamış olan Sermet Muhtar Alus ve Balıkçı Nâzırı Ali Rıza Bey'i ayrı bir yere koymak gerekiyor.
Sokaklar, semtler, saraylar, şehzadeler, valideler, konaklar, yalılar, tarikatlar, kır alemleri, ramazanlar, camiler, mahyalar, bayramlar, eğlenceler, vapurlar, kabadayılar, çocuklar, envai çeşit esnaf, satıcılar, lokantalar, balıklar, kahvehaneler, keşler, meyhaneler, dilenciler, kısaca hayatın kendisi onların radarındaydı.
Gelenek ve görenekleriyle, doğumdan ölüme, sofra adabından yemek pişirmeye, aşk meşke kadar 19. yüzyılın eski İstanbul'unu günümüze taşıdılar.
İlber Ortaylı'nın dediği gibi; değişen ve değiştirilen tarz-ı hayat nostaljiyi davet etmişti.
Kaybolmakta olan bu manzarayı ne tarihçilerin, ne de tarih belgelerinin resimleyeceği açıktı.
Edebiyatın ifade cömertliğine ustalıkla sığındılar. Kaybolan çocukluklarının dünyasını; rengi, kokusu ve tadıyla her biri kendi üslubunda canlandırdı.

1842 doğumlu Ali Rıza Bey Tanzimat döneminde çeşitli memuriyetlerde bulunmuş bir aydındı.
Balıkhane müdürlüğü yapmış olduğu için bu adla anılırdı.
1920 ve 1925 yılları arasında gazete ve dergilerde yayınlanan yazıları elden geçirilerek günümüz Türkçesiyle yayınlandı.
Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (Kapı Yayınları) kitabı, yazarın hem tanıklığı hem de dinleyip, okuduklarıyla bir belgesele dönüşüyor.
Kitap eski İstanbul'a güzellemeden ibaret değil.
Ali Rıza Bey, hayatın kendisi gibi o dönemin sevimsiz, kötü ve rahatsız edici yanlarını da eleştirmekten geri kalmıyor.
İnsan tasvirleri ise ayrı bir alem.
Üstüne, başına, davranışlarına, eylemlerine kadar verilen ayrıntılar bazen kahkaha attıracak kadar müthiş.
Beyazıt Kulesi'nde (ki çocukken çıkmışlığım vardır) iftar düzenlendiğini ilk kez Ali Rıza Bey'den öğrendim.
200'den fazla ahşap basamağı aç bilaç çıkanların manzara karşısında her şeyi unuttuklarını 90'lı yaşlarındaki Memiş Efendi'nin merkezinde esprili bir dille aktarıyor.
Örneğin, her sene mart ayının başında has kefalden balık çorbasının en âlâsını pişiren Balıkhanenin Birinci Çorbacıbaşısı Mustafa Efendi, bohçacı kadınlar, tatlı dilleriyle halkı kandırıp para koparanlar, kahvede uyuklayan yaşlılar, yüksek makamdaki kadınlar ve diğerleri.
Ya da padişahların da bizzat içinde olduğu ilginç anekdotlara ne demeli...
Lüfer zamanı Kanlıca'da dillere destan alemi merak eden padişah Abdülaziz, gizlice körfezi dolduran kayık ve sandalların arasına karışır.
İhtiyar bir vatandaşla sevimli rastlaşması gülmek ve üzülmek arasındaki ruh halleri...
Ya da 2. Mahmud'un, Ramazan ayında Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'nde namazı kılıp orucunu açmak için Şeyhülislam'ın evine habersizce gidişi ve ağırlanışından hayli memnun kalıp hediyeler vermesi...
Ancak padişahlı öykülerin doruğu ise kendisinin de tanık olduğu Fransa İmparatoriçesi Eugenie'nin İstanbul ziyareti.
Padişah Abdülaziz'in Fransa'ya seyahatinden sonra 3. Napolyon'un eşi iade-i ziyarette bulunur.
Hünkar İskelesi'nde başlayıp, Beykoz Kasrı'nda süren karşılama, ağırlama, yemek ve gece yarılarına süren gösterileri okurken oradaymış gibi hissediyorsunuz
Ali Rıza Bey, "O zamanlar herkesin yüzünde bir mutluluk vardı" diyor ve ekliyor: O ne güzel gösteriler, ne şen ve mesut günlerdi...
(Sabah Kitap ekinin Mayıs 2022 sayısında yayınlanmıştır.)

Çanakkale'nin öte yüzü...


O görkemli coğrafyanın her yerinde savaşın izlerini hissedersiniz. Haluk Oral o izlerin peşine düşen titiz bir araştırmacı. Arıburnu 1915/Çanakkale Savaşı'ndan Belgesel Öyküler kitabında, objeler, fotoğraflar, yazışmalar, belgeler ve kitaplarla zengileştirdiği arşivinden birbirinden müthiş insan hikayeleri çıkarıyor.

Batılılar Gelibolu der, bizim için Çanakkale'dir...
O görkemli coğrafyanın herhangi bir yerinde durup; sağınıza solunuza ya da ufka bakın her yerde savaşın izlerini hissedersiniz.
Denizden, koylardan, dağlardan, tepelerden, ağaçlardan buram buram, tarif edilmez bir esinti gelir...
İşte o Çanakkale'deki ruhtur...
Birinci Dünya Savaşı'nın en büyük cephelerinden biri bizim topraklarımızdaydı.
Osmanlı Ordusu'nun 4 büyük cephede girdiği savaşın en kanlısı ve en unutulmazı...
İngiliz, Fransız, Anzak ve Hintli askerler; o dönemin en iyi donanması, denizaltısı, muhribi, piyadesi, uçağı, hava balonu, makineli tüfeğine sahipti. Askerlerin yiyeceği, içeceği, her türlü teçhizatı eksiksizdi.
Osmanlı ordusu ise Balkan Harbi'nden ağır yaralı çıkmış, perişan haldeydi. Askerin üstü, başı, çarığı ve mühimmat eksikliği had safhadaydı.
Ancak önceki harpten çıkarılan dersle yeni bir kurmay sınıfı oluşturulmuştu.
Almanya'dan gelen silahlarla eksiklikler giderilmeye çalışıldı.
Doktorundan amelesine, liselisinden köylüsüne bir kuşak Çanakkale'deki vatan savunmasına koştu...
Çanakkale üstüne ne buldumsa okudum, dinledim, izledim.
Her seferinde yeni bir şeyler öğrendim, hala da öğreniyorum...
Cephedeki Türk, Anzak, İngiliz, Fransız askerlerin anıları, günlükleri. Arşiv belgelerindeki yazışmalar, emirler.
Resmi ve gayrı resmi tarih anlatıları.
Akademik ve askeri tarihçilerin yeni belgeler ışığındaki kitapları.
Hayatını bu yola adayan, adım adım o coğrafyayı gezen, araştıran, anlatan yazarlar...
Haluk Oral da Çanakkale'deki izlerin peşine düşenlerden.
20 yıldır tutkuyla, iğneyle kuyu kazar gibi, bilgi, belge ve obje ve eşya topluyor.
Çalışmalarıyla Avustralya Hükümeti'nden onur madalyası alan Haluk Oral'ın Arıburnu 1915/ Çanakkale Savaşı'ndan Belgesel Öyküler kitabı; klasik bir tarih çalışması ya da kronolojik bir anlatım değil.
Kendi deyişiyle, tarihsel, ekonomik, toplumsal koşullara dayanarak açıklama kaygısı da yok...
Kitabında dar bir kara şeridindeki kanlı savaştaki insanların hikayesini anlatıyor.
Kara harekatının başladığı 25 Nisan'dan- 20 Aralık 1915'e kadar Arıburnu'nda yaşananlar yalnızca istatistik, siper, saldırı, hücum, patlama, şehit, zayiat ve emirlerden ibaret değildi.
Kimi Mustafa Kemal gibi ünlü kişiler kimi de İbradılı İbrahim, Binbaşılar Saip ve Şefik Bey gibi yazışmalarda, arşivlerde, gazete kupürlerinde o dönemin haberlerinde yer alan isimsiz kahramanlardır.
Karşı taraftan Arabistanlı Lawrence olarak bildiğimiz meşhur İngiliz casusunun yanı sıra Teğmen Patterson, Yüzbaşı Leane, Plevne Ryan, Aubrey Herbert gibi isimlerin de peşine düşüyor.
Bu insanların öyküleri tarih kitaplarında, askeri arşivlerdeki bilgi ve belgelerde, dönemin gazetelerinden takip edilerek bir bütünlük sağlanıyor.
Ve savaşın sonrasındaki durumlarına kadar aktarılıyor.
Objelerden yola çıkarak iki öykü var ki; belgesel film olur.
Ortada bir Avustralyalı subaydan ele geçirilen kanlı harita ve defter vardır.
Teğmen Patterson'un kimliği, esir alınıp alınmadığı ya da öldürüldüğü, birçok bilgi ve belgeyle takip ediliyor hatta Avustralya'ya kadar yazışmalar yapılıyor.
Ve bir sonuca varılıyor...

En çarpıcı hikayelerden biri de bir mataranın izi sürülerek bulunuyor.
Haluk Oral, bir Çanakkale gezisinde antikacıda tozlu bir mataraya rastlıyor.
Üzerindeki yazıda, Avustralya Hafif Süvarilerinden Teğmen B. Nettleton adı kazılıdır.
Bir köylünün bulduğu matarayı arşivine katan Oral, bir süre sonra ismin peşine düşer.
Derken Çanakkale'ye gönül vermiş ve teğmeni bilen başka bir araştırmacıyla birlikte hikayesini tamamlar.
Ya yaralı ve ölülerin iadeleri için verilen ateşkeste, rast gelinen Avustralyalı doktor Plevne Ryan'a ne demeli.
Üstündeki Osmanlı nişanlarını gören Türk subaylarıyla Türkçe olarak göz yaşartan sohbetinde ortaya çıkanlar.
Plevne Savaşı'nda görev yapan doktor tam Türk dostudur ve gösterdiği mücadeleyle nişana layık görülmüştür.
Ve zorunlu görev aldığı Çanakkale'de içi yanmaktadır.
Hayatı boyunca Türkler'i seven ve adını Plevne Ryan olarak anan doktorun çok sonraları damadı ve kızıyla yapılan röportajlar gazete köşelerinde kalmayacaktır.
Haluk Oral'ın Yitik Bir Öykü'sü bu değerli Anzak'a selam niteliğinde...
Üsteğmen Saffet Bey ki, Arıburnu'nda fedai olarak öne çıkıp oluşturulan birliklerle Şehitler Tepesi baskını olarak bilinen en kanlı hücumlardan birine komutanlık yapmıştır.
19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal'e cepheden yazdığı notu arşivlerden okuyup sonra hikayeyi tamamlayalım.
Ondokuzuncu Fırka Kumandanlığına
Alay 13 sağ cenahından
24/25-2-1331 (7/8 Mayıs 1915)
Efendim! Emr-i âliniz mucibince düşmanın siperlerine taaruz ettik. Askerlerimin yarısı siperlerin üstüne, bir kısmı da bendenizle siperlerin arkasını çevirdik. Bombaları attık. Düşman siperlerden denize doğru kaçmaya başladı. On iki şehidimiz, altı kişi yaralımız var idi. Fakat bendeniz sol omzumdan vuruldum. Kurşun arkamdan çıktı. Askerim siperlerin önünde içeriye girmek üzere idi. Beni geriye sargı mahalline getirdiler. Gelirken ihtiyatlara, diğer fedai zabitana malûmat verdim. Asker bozulmadı. Hücuma devamla ilerdekileri takviye ediniz, diye söyledim. İngilizler kaçıyorlardı. Aman efendim! İleri harekâta devam etsinler. Siperin içinde ölmediğime teessüf ediyorum. Aldığım yara ikinci kurşun yarasıdır. Vaktim yok, ellerinizden öperim sevgili cesur kumandanım.
Alay125 Bölük 10 Kumandanı
Mülâzım-ı Evvel (Üstteğmen) Safvet.

Mustafa Kemal'in övücü sözlerle takdir ettiği o komutan daha sonra İstiklal Savaşı'na katılacak ve mebusluk tekliflerini reddederek generalliğe kadar yükselecektir.
Pozantı soyadını alan Saffet Bey'in izini takip eden Haluk Oral yıllar sonra aynı isimde birini bulacaktır.
Bu kişi torunudur, o da Haluk Oral'ı babasıyla bir araya getirir.
Yani Saffet Pozantı'nın oğluyla...
Öykülere eşlik eden dönemin pulları, propaganda broşürleri, gazete kupürleri, fotoğraflar ve materyallerle bezeli kitap, başka bir okuma ve anlama fırsatı veriyor.
Çanakkale böyledir işte; her daim küllerinden doğup ders verir, öğretir...
(Sabah Kitap ekinin Nisan 2022 sayısında yayınlanmıştır.)

26 Mayıs 2023 Cuma

Rus dedektif Fandorin'in yeni maceraları...

Rus yazar Boris Akunin'in, ünlü dedektifi Erast Fandorin, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında türlü cinayetleri ustalıkla çözmeye devam ediyor. Alfa Yayınları'dan çıkan dedektifin maceralarına iki kitap daha eklendi: Maça Valesi, Dekoratör.

Sıradışı dedektif Erast Fandorin'le "13 Mayıs 1876 Pazartesi günü, öğle vakti saat üçte bahar tazeliği ve yaz sıcaklığıyla dolu bir günde, Aleksandr Bahçesi'nde, çok sayıda tanığın önünde çirkin, hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir olay gerçekleşti" cümlesiyle tanışmıştık.
19. yüzyıldan gelen kahramanımız, 20 yaşında becerikli, korkusuz, soylu ve yakışıklı bir gençti.
Fandorin ortalama boyda, siyah saçlı, mavi gözlü, puro içiyor ve araba tasarlamayı ve yarışmayı seviyor.
Heyecanlandığında kekeliyor, bu da onu çekici kılıyor.
Yüksek öğrenimi yarıda kalmasına rağmen İngilizce, Fransızca, Almanca, Japonca, Türkçe biliyor.
Serinin ilk romanı Azazel büyük ilgi gördü.
Polis teşkilatında yeni göreve başlayan Fandorin, Rusya'nın renkli atmosferinde, Petersburg'un şaaşalı renkli gecelerinden Londra'nın sisine uzanan büyük bir gizli örgütü ortaya çıkardı.
İkinci kitap Türk Gambiti ise Osmanlı- Rus savaşının tam ortasında geçiyordu.
Bizim tarihimizde 93 Harbi ya da Plevne Savaşı olarak geçen 1877-88 yılları arasındaki dönemde Fandorin, Rus casusu olarak ortaya çıkar.
Ruslarla savaş sonunda Bulgaristan yitirilmiş, Çar ordusu Yeşilköy önlerine kadar gelmiştir.
Yazar bu tarihsel arka plana Fandorin ve askeri harekat bölgesindeki nişanlısının yanına giden genç bir kadını oturtur.
Balkanlar'daki entrikanın bir ucunda da Türk casusu Enver Efendi vardır.
Yollar İstanbul'a kadar uzanır.
Dördüncü kitap Leviathan'da ise Fandorin başkentten uzaklaştırılmış Japonya'ya tayini çıkmıştır.
Tokyo elçiliğindeki görevine Leviathan gemisiyle giden dedektif, büyük bir soruşturmanın ortasına düşer.
Cinayetlerin ipucu bir heykelciktir; Fransız meslektaşıyla gerilim finale kadar sürer.
Akhilleus'un Ölümü'nde dört yıllık sürgünden Moskova'ya dönen Fandorin, valilik emrinde rahat bir görevdedir.

Ancak ülkeyi sarsan bir cinayeti çözmek yine ona kalır.
1882 yılı Moskovası'nda Tolstoy ve Çehov gibi büyük yazarlar da boy gösterir.
Alfa Yayınları Erast Fandorin serisinin 5 ve 6'ncı kitaplarını arka arkaya yayınladı.
Maça Valesi, zeki, kibirli ve gösteriş budalası bir dolandırıcıyla Fandorin arasında geçiyor.
Adli Danışmanlığa yükselip sınıf atlayan zenginleşen Fandorin'in tuhaf yardımcısı Anisi Tülpanov'la bu kitapta tanışıyoruz.
Moskova'da yabancı işadamlarından valiye, sokaktaki adamdan zenginlere kadar herkesi tuzağına düşüren dolandırıcı Moskova'yı alt üst eder.
Zengin bir Hintli Müslüman kılığına girerek yardımcısıyla onu yakalayan Fandorin'i bile hedef alır.
Bir entrikayla evine girip her şeyini soyar.
Ama bunu gizlice değil, Fandorin'in adamlarına öyle bir yaptırır ki, hayran olmamak elde değil.
Sonra karşılıklı hamleler ve meydan okumalar gelir, artık işler kişiselleşmiştir.
Birbirlerinin açığını ve zayıf yönlerini kollarlar; zekice öngörüler, analizler, durum tespitleriyle varsayımlar arasında baş döndürücü bir hale gelen trafiği takip etmekte zorlanırsınız.
Sonunda ne olacak diye yaptığınız tüm tahminler boşa çıkacaktır.
Dekaratör ise kan donduracak cinsten bir roman.
Neşeli, komik Maça Valesi'nden sonra tüyleri diken diken ediyor.
Moskova'nın kenar mahallerinde acımasız katil Karındeşen Jack iş başındadır.
Öldürmekle kalmıyor, iç organlarını da alıyor.
Moskova Genel Valiliği Özel görevlisi, Bakanlık Danışmanı, Rus ve yabancı ülkelerin nişanlarına sahip Erast Fandorin yardımcısıyla mezarlıklar ve morglarda büyük bir takibe başlar.
Suç dünyasının etrafına macera, tarih, heyecan, mizah katarak kahramanı Fandorin'i dünyaya sevdiren yazarı ise Rus Boris Akunin. Gerçek adı Grigory Shalvovich Chkhartishvili olan bir Gürcü.
1998'de yazmaya başladığı dedektif serisiyle birlikte Boris Akunin adını kullanmaya başladı.
Kitapları 30'dan fazla dile çevrildi, sinema ve TV'ye dizi olarak uyarlandı.
Maceraların merkezindeki 19. Yüzyıl Batı'da güzel dönem olarak anılıyor.
Otomotiv, havacılık, bulvarlar, kafeler, kabere, deniz banyosu, fotoğraf, sinemanın doğuşu, metronun ortaya çıkışı, doğa bilimlerinin başarısı, en son teknolojiler, tıp, sosyoloji ve etnografinin oluşumu, arkeolojik keşifler, sanat ve edebiyatta modernizm, kadınların oy hakkı hareketi, toplumsal değişimler bu yüzyıla damga vurmuştur.
Sanat ve kültürün taşıyıcısı, resim, edebiyat, müzik alanlarındaki dev sanatçıların eserleri günümüzde başyapıt ve öncü olarak kabul ediliyor.
Bu muhteşem dönemin eşlik ettiği Erast Fandorin maceraları 15 kitaba ulaşmış durumda.
Alfa Yayınları'nın seriyi yazılış tarihine göre çok iyi bir çeviriyle okura sunması yenilerinin de sırada olduğu yolunda umut veriyor.
(Sabah Kitap ekinin Mart 2022 sayısında yayınlanmıştır.)