Sayfalar

25 Ekim 2025 Cumartesi

Yokomizo ustadan sevgilerle...

Japonya'nın polisiye dalındaki öncülerinden Seişi Yokomizo, ünlü Honcin Cinayetleri kitabıyla "merhaba" diyor. Genç dedektifi Kosuke Kindaiçi, 1937'deki kilitli oda cinayetlerini müthiş zekasıyla aydınlatıyor.

Gelenekleri, kültürleri, çalışkanlıkları, yaşam tarzlarıyla bambaşka bir dünyadır Japonya.
Merhametli, cömert, sabırlı, saygılı insanların ülkesi.
Depremler, savaşlar, 2. Dünya Savaşı'nda atom bombası vahşetiyle sınanması. Büyük yıkımdan teknoloji ve elektroniğin devliğine uzanması...
Oradan bilişim döneminde yapay zeka buluşlarında yaptığı öncülükle dünyanın en zengin ülkelerinden biri olması tam bir başarı öyküsüdür...
Postadan çıkan kitabın kapağındaki Honcin Cinayetleri adını görünce Japonya merakımı ve polisiye tutkumu bilen birinden hediye almış gibi oldum.
İlk kez bir Japon polisiyesi okuma heyecanı da cabası...
Yazarı Seişi Yokomizo'nun hayatını okuyunca, Batı'dan dünyaya yayılan dedektif romanları türünün Japonya'daki ilk temsilcilerinden olmasından doğal bir şey olamaz dedirtiyor.
1902 doğumlu yazar, 13 yaşında ünlü polisiye yazarları hatmedip, daha 19 yaşında ilk dedektiflik öyküsünü yayınlatıyor.
24 yaşında başkent Japonya'ya davet edilip bir derginin editörlüğüne getiriliyor.
Ancak önce sağlığı bozuluyor ardından Japon-Çin savaşı başlıyor.
Ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin ülkeye el koymasıyla yasaklarla karşılaşıyor.
Taşraya gönderiliyor.
İşsiz ve sağlıksız zor günler geçiren Yokomizo'nun talihi birden dönüyor.
Yeni bulunan bir antibiyotikle sağlığı düzeliyor ve aralıksız yazmaya başlıyor.
Büyük ilgi gören kitapları çok satanlar listesine giriyor.
Kitabı Japonca aslından çeviren Alper Kaan Bilir'e göre; Yokomizo'nun öykülerinde sosyolojik ağırlık da önemlidir ve ortak noktalar vardır: "Mekan genellikle taşradır. Varsıl, seçkin, güçlü bir aile vardır; bu aile eski düzende zenginleşmiştir ve eski ideallere sadıktır. Değer yargıları da eskidir ve artık çağın gerisinde kalmaktadır. Aile hızla değişen dünyaya adapte olacak ekonomik ve psikolojik esneklikten yoksundur."
Ailelerin içinde işlenen suçları çözecek olan da ünlü dedektif karakteri Kosuke Kindaiçi'dir.
Honcin Cinayetleri kitabıyla ortaya çıkan dedektif pejmürde biridir:
"İstasyonda inip yavaşça köye doğru yürüyen genç bir adam vardı. Görünüşe göre yirmi beş, yirmi altı yaşlarındaydı; ne sıska ne de tıknazdı, boyu ortalamadan biraz kısaydı. Renkli kumaş üzerine beyaz desenli, Japon tarzı bir ceket ve kimono, altına da ince çizgili desenli bir hakama (Pantolona benzeyen bol bir Japon giysisi) giymişti. Ceketi de kimonosu da kırış kırıştı; hakaması, pileleri belli olmayacak kadar gevşekti. Lacivert çorapları neredeyse ayak tırnakları görülecek kadar incelmişti; takunyaları aşınmış, şapkası da yassılaşmıştı... kısacası o yaştaki bir gence göre görüntüsüne dikkat etmeyen bir karakterdeydi. Teni oldukça beyazdı ama yüzünde dikkati çeken başka bir özellik yoktu."
Ama müthiş zekidir, ustalığı tarzındadır: "Ayak izlerini aramak, parmak izlerini bulmak gibi şeyleri polislere bırakıyorum. Bendeniz, o araştırmalardan alınan sonuçları mantık çerçevesinde tasnif edip birleştiriyor, sonunda tümdengelim yapıyorum. Benim dedektiflik yönetimim budur."
Kitaba gelince; yıl 1937'dir.
Kar altındaki Japonya kırsalındaki Okamura köyünde zengin İçiyanagi ailesinin oğlunun düğün hazırlıkları sürmektedir.
Ailenin 5 çocuğunun en büyüğü Kenzo, 40 yaşına kadar ertelediği evliliği için ailesini karşısına almıştır.
Gelin soylu olmayan bir öğretmendir.

Sınıf, statü sorgulanır ama damat adayı kararlıdır.
Köydeki söylentilerin üstüne, üç parmaklı, yüzünü gizleyen bir adam sağda solda sorular sormaktadır.
Ve düğünün olduğu gecenin yarısında doğranmış iki ceset bulunur.
Damat ve gelin kanlar içinde yatmaktadır.
Telli Japon çalgısı kotonun sesi yankılanır.
Düğünde, cinayette, soruşturmada hep bir tıngırtı sesi vardır.
Ve tek bir delil vardır: evin dışındaki kara saplanmış kanlı bir samuray kılıcı...
Olay ünlü dedektif yazarlarının çok sevdiği kilitli oda cinayetine benzemektedir.
Kitabın kahramanlarından biri olan anlatıcı dedektif yazarı, duyduklarını, gördüklerini kaleme almıştır.
Şu sözleri söylemekten kendini alamaz: "Kendine dedektiflik romanı yazarı diyen herkes az bir kez "kilitli oda cinayeti" vakası yazmıştır. Katilinin girmesinin de çıkmasının da olanaksız göründüğü bir odada işlenen cinayetin ve onu güzelce çözüme kavuşturmanın, yazarın gözünde harika bir cazibesi vardır. Ben de bu türden bir roman yazmayı denemek istiyordum ama hiçbir emek harcamaya gerek kalmadan öylesi bir vaka kucağıma şans eseri düşüverdi. Belki de öylesi korkunç bir yöntemle bir erkek ve kadını doğrayan kalleş ve vicdansız katile büyük bir şükran borçluyum."
Ve sonra polisiye dünyasının içine dalar, acaba bu olay neye benzemektedir.
Lerox'un Sarı Odanın Esrarı, Leblanc'ın Kaplan Dişleri, Van Dine'nin Kanarya Cinayeti ve Kennel Cinayet Vakası, Dickson Carr'ın Plague Court Cinayeti, Roger Scarlett'in Angell Ailesi'nde Cinayet aklına gelir.
Ama hayır hiçbiri değildir, bu olay hepsinden farklıdır.
"Belki de katil bu romanların hepsini okumuş, cinayet yöntemlerini iyice çözümlemiş, aralarından gerekli parçaları alıp birleştirmiş, bunlardan bir yöntem geliştirmişti."
Honcin Cinayetleri, klasik dedektif öykülerindeki her unsura sahip.
Gizem, katil veya katiller, şüpheliler, olay yeri incelemesi, polisler.
Ancak kurgusu ve anlatımındaki farklılık yemeğin üstüne dökülen nefis bir sos gibi müthiş.
Ayrıca çevirmeni Bilir'in o dönemin Japon kültürünü, geleneklerini, giyim, kuşamını ve coğrafyasındaki yer adlarını titizlikle dipnotlarda aktarması okuma zenginliği katıyor.
Batı dillerine çevrildiğinde "Japonya'nın Agatha Christie'si Yokomizo'nun sonunda çevriliyor olması şahane" yorumlarıyla karşılanmıştı.
Umarım bize de geç gelen Yokomizo Usta'nın dedektifi Kosuke Kindaiçi'nin yeni maceralarını çok beklemeyiz.
(Sabah Kitap ekinin 2024 Temmuz sayısında yayınlanmışır.)

Bir daha yaşanmasın öyle mi!..

Naziler'in lideri Hitler'in yanındaki bir adam ve İskandinavya'daki dehşetin içindeki bir ütopya. İki kitabın eşliğinde, kötülüğün yargılanmasını anlatan bir belgesel. Okuyoruz, izliyoruz "bir daha olmasın" diye. Pek ya Gazze'de olanlara ne demeli...

İki kitap, tarihten ibretlik derslerle dolu.
Bir belgesel, o da öyle...
Ve şu an yani yaşadığımız zaman; o derslerin alınmadığını, misliyle hem de daha acımasızca devam ettiğini gösteriyor.
Putzi/Hitler'in Piyanisti (Sahi Kitap) ve Hitler'in Kuzey Ütopyası (Turkuvaz Kitap) malumu olduğu üzere dünyanın dört bir yanını ateşe verip mahveden acımasız bir adamın farklı dönemlerine odaklanıyor.
Piyanist kitabı, Hitler'in iktidarı nasıl ele geçirdiğinin bir belgesi gibi de okunabilir.
Ernst Hanfstaengl, iki metre boyunda olmasına rağmen Putzi, yani "küçük adam" lakabıyla anılıyordu.
Münihli saygın bir ailenin çocuğuydu, evlerinde ünlü müzisyenler, besteciler ağırlanıyordu.
Annesi ise Amerikalıydı.
1905 yılında Harvard'ta sanat, felsefe, tarih, edebiyat okumaya gitti.
Piyanodaki ününün Roosevelt ailesine kadar ulaşması belki de kaderin cilvesiydi.
Daha sonra ABD tarihinin en uzun başkanı olacak kişiyle tanışması da öyle.
Birinci Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan ülkesine 1922'de dönebildi.
Almanya her anlamda zayıflamış, ekonomisi bozulmuş, siyasi gerilim patlamak üzereydi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin Kindlkeller bira fabrikasındaki mitinginde biriyle tanışacaktı: Hareketin başındaki adamla yani Adolf Hitler'le...
Hitler'in iktidarı ele geçirmesine daha 10 yıl vardır..
Putzi, Hitler'in hitabet gücü ve vatansever inancından etkilenip mitinglerine katıldı, eşini de tanıştırdı.
Yeni arkadaşını, Alman toplumunun üst kademeleriyle buluşturdu.
Böylece Hitler, Hanfstaengl ailesiyle olan ilişkisi sayesinde Bavyera yüksek sosyetesine girdi.
Buna karşılık Putzi de yavaş yavaş Nasyonal Sosyalist partinin özel çevresine entegre oldu ve Hitler'in yakın sırdaşlarından biri haline geldi.
Hitler, oğlunun vaftiz babası bile oldu.

Mussolini'nin liderliğindeki İtalyan faşistlerinin Roma Yürüyüşü sonucu 1922'de kolayca iktidara gelmesine bakaran Hitler, aynı şeyi Almanya'da yapacağını sandı.
Naziler 8-9 Kasım 1923'te Münih'teki bir birahanede darbe yapmaya kalktı.
Hitler, binlerce kahverengi gömlekliyle şehir merkezine yürüdü.
Ancak güvenlik duvarına toslayıp kaçtı.
İki gün sonra yakalanıp vatana ihanetle suçlandı.
Beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Cezaevinde ünlü Kavgam kitabını yazmaya başladı.
Kitabı ilk halini görüp tavsiyelerde bulunup basılması için finansal olarak destek olanlardan biri de Putzi'dir.
5 ay hapiste kalan Hitler, 1924'te serbest kalıp yeniden partinin başına geçti.
1931'de Naziler güçlenirken Hitler, Putzi'nin uluslararası bilgi ağından yararlanmak istedi.
Yabancı basın departmanının başkanlığına getirdi.
Putzi, son derece gizli müzakereler yürüttüğü Mussolini ve Churchill'in de aralarında bulunduğu birçok devlet başkanıyla özel olarak görüştü.
İki vatanı olan Almanya ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ittifak hayal ediyordu.
Putzi, Hitler'e ABD ile arasını iyi tutmasını tavsiye ediyordu ve İngilizce öğrenmesini.
Bir de tuhaf ve gülünç bulduğu bıyığını kesmesini istiyordu.
Hitler ise inatla hepsini reddediyordu.
"Bıyığım bir gün moda olacak" diyordu.
1933'te iktidara gelen gelen Hitler, ertesi yıl paramiliter silahlı kuvvetleri SA'nın başındaki isim Ernst Röhm'ü darbe iftirasıyla suçlayarak iki gün soyunca katliamlara girişti.
Tarihe Uzun Bıçaklar Gecesi olarak geçen olay Putzi'yi korkuttu.
Ancak hala onun yanındadır.
Putzi'yi yalan bir görevle ortadan kaldırmak için İspanya'ya gönderir.
Ancak pilot, onu cumhuriyetçilerin bölgesine indirme talimatı aldığını itiraf eder.
Mekanik arıza bahanesiyle başka bir yere inip ülkeyi terk eder.
İsviçre üzerinden gittiği İngiltere'de savaş patlak verince tutuklanır.
Kanada'ya gönderilir, ABD başkanı olan Franklin D. Roosevelt'e bir meaj gönderir.
Hitler hakkında gizli bilgileri vardır.
Hapisten çıkarılıp şimdiki CIA'nin öncüsü olan OSS'ye hizmet eder.
Hitler'in psikolojik, politik, cinsel, kültürel profilini oluşturmak ve Alman propagandasını analiz etmek için yardımcı olur.
Ancak, ABD'deki seçimlerde varlığı rahatsız edici bulunur yeniden İngiltere'de hapse girer oradan da savaş sonrası Almanya'ya iade edilir.
Diğer suçlularla yargılanır ancak savaş öncesi Hitler'i terk ettiği için kısa sürede serbest kalır.
Ve doğduğu şehir Münih'te 1975'teki ölümüne kadar yaşar.
Kitabın yazarı Thomas Snégaroff'a göre; bazıları için o bir hain ya da önemsiz bir soytarı, bazıları için ise kötülüğün mimarlarından biriydi.
Onun trajik, burlesk (aşırı kaba ve komik) hikâyesi gizemli bir roman kahramanının hikâyesidir.
Hitler'in Kuzey Ütopyası (İşgal Altındaki Norveç'te Yeni Düzen'in İnşası) kitabı ise Nazi liderinin daha başa gelir gelmez bir savaş gemisiyle, o bölgeyi bir gezi havasında incelemesiyle başlıyor.

Yazar Despina Stratigakos, Nazilerin bir İskandinav imparatorluğu kurma çabalarının tarihine odaklanıyor.
1940 ile 1945 yılları arasında Alman işgalciler, Norveç'i geniş bir inşaat alanına dönüştürdü.
Bugün büyük ölçüde bilinmeyen bu olağanüstü inşaat kampanyası, Büyük Alman İmparatorluğu'nu Kuzey Kutup Dairesi'nin ötesine genişletmek ve İskandinav ülkesini ırksal bir ütopyaya dönüştürmek için tasarlandı.
İdeal yeni şehirlerden, Berlin'den kuzey Norveç'e kadar uzanan muhteşem bir otoyola kadar, ülkeyi örnek bir "Aryan" toplumu haline getirme planları ve ötesi...
Hitler'in Kuzey Ütopyası, yayınlanmamış günlükler, fotoğraflar ve haritaların yanı sıra dönemin gazetelerinden de yararlanarak Norveç'in Atlantik'inde inşa edilen tanınmış Alman askerî savunma sistemlerinin çok ötesinde, tamamlanmış ve gerçekleştirilmemiş çok çeşitli mimari ve altyapı projelerinin öyküsünü anlatıyor.
Kitapları okurken tesadüf bu ya; Naziler'in yenilme sürecini başlatan 6 Haziran 1944'teki Normandiya Çıkarması'nın 80. yıldönümüydü.
Bir digital platformda Hitler ve Naziler: Kötülük Yargılanıyor belgeseli yayına girdi.
Naziler'in yargılanması sırasında, "Kınamak istediğimiz yanlışlar öylesine kötücül ve yıkıcı ki uygarlık bunların görmezden gelinmesine müsamaha gösteremez. Çünkü bu yanlışlar tekrarlanırsa uygarlık devam edemez" sözlerine katılmamak mümkün mü.
Peki öyle mi oldu.
Bu kitapları niye okuyoruz, belgeselleri, filmleri niye izliyoruz.
Bir daha olmasın diye.
Ancak bugün yaşadıklarımız o dönemleri aratmıyor...
O bir savaştı, anlaşılır bir nedeni var.
Peki Gazze'de aylardır süren İsrail katliamı ve masum sivillerin kadın, çocuk demeden öldürülmesini nasıl açıklayacağız...
Ve bunlar sözüm ona insanlık dersi veren uygar dünyanın gözü önünde oluyor.
Belgeseldeki bir yorum her şeyin özeti gibi:
"Şu an yaşadığımız dünya Nazi Almanyası'nda olanlardan çıkarılan dersleri unutmuş görünüyor."
(Sabah Kitap ekinin 2024 Haziran sayısında yayınlanmıştır.)

Kraliçenin dönüşü...

 Altın Çağ polisiyesi döneminin dört kadın yazarından Dorothy L. Sayers'in iki kitabı daha Sahi Kitap'tan yayınlandı. 1925'lerin İngiltere'sinde geçen sıkı bir polisiye okumak isteyenler için gerçek bir şölen.

Polisiyenin kraliçesi geri döndü...
Dorothy L. Sayers, İngiltere'nin 1920'li yıllarında Birinci Dünya Savaşı'nın ardından patlayan Altın Çağ polisiyesi akımın dört kadın yazarından biriydi.
Agatha Christie, Margery Allingham ve Josephine Tey ile birlikte dönemin yıldızlarıydı.
Suç ve muamma üzerine kurulu "Katil kim" polisiyesinin klasiklerine imza atan Sayers'in iki yeni kitabı daha raflarda yerini aldı.
Türk okuru onu 3 yıl önce ilk kitabı Bu Kimin Cesedi'yle tanımıştı.
Dedektifi başkahramanı Lord Peter Wimsey, sadık ve akıllı uşağı, sürekli iğnelediği ama onsuz da yapamadığı polis müdürü arkadaşı Parker'la Londra'nın kasvetli atmosferinde bir cinayeti çözüyordu.
İkinci kitabı Kuşkulu Ölüm'de Lord Wimsey'i polis dostunu sıradan bir ölümün cinayet olduğuna ikna etmeye uğraşırken buluyoruz:
"Suçluların rahat duramadıkları kanıtlanmıştır. Bırakmadıkları izleri silmek için gereken işlere atılırlar böylece sırasıyla şüpheyi, soruşturmayı, kanıtları, tutuklanmayı ve darağacını çağırırlar."
Hastalığı ilerlemiş ölümü bekleyen zengin yaşlı bir kadının hayatını kaybetmesi niye şüphelidir.
Ardından eski bir hizmetçi olan garson kızın kırsaldaki cesedi ve ondan çıkan 5 sterlin.
O paranın izi nereye çıkar. Asıl mesele zengin yaşlı kadının mirasıdır.
Yeni Mülkiyet Kanunu şüpheleri büyütür.
1837'deki Kraliçe Victoria döneminden beri yürürlükte olan kanun 1926'da yılında değişecektir.
Ancak zengin kadın 1925'in kasım ayında ölüverir.
Mülkün sahibi vasiyeti yazmadan ölürse ne olur?
Kadına bakan yeğeni eski hemşire hedeftedir.
Yeni mirasçılar var mıdır?
Bu ve buna benzer onlarca soru havada uçuşur.
Katil bir yerde açık verecektir.
Akıl yürütme, merak, dikkat, araştırma, farklı bir bakış açısı gereklidir.
Onu okumak zordur, ilk kitabıyla ilgili okur yorumlarında dikkatlerin dağıldığı yönünde eleştirilere rast geldim.
Kendi döneminde de çok eleştiriler almıştır.
Kibirli entelektüel, snop, aşırı iddialı olmakla suçlandı.
Miss, Mrs, Mr, Ms, Sir, Madam ile başlayan sayısız erkek, genç kız, kadın sahneye gelir.
Mesele büyür, onlarca isim arasında kime ve ne dediğini anlamaya çaba gösterirsiniz.
İşte tüm karmaşadan sonra isimler azalır, önemini yitirir.
Herkes sözünü söyleyip geri çekilir.
Asıl hedefe doğru ipuçları birleşmeye başlar.
"Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyu vardır" sözü doğrulanır.
Sayers, bazı karakterlerin ruhunu çok iyi yansıtır:
"Miss Climpson yarım saat oturdu öylece, vicdanıyla boğuştu. Yaradılıştan gelen meraklılığı "Oku" derken, dini terbiyesi "Okumamalısın" diyordu., işvereni Wimsey'e duyduğu sadakati "Öğren" diye sıkıştırırken, ahlakı "Yapma böyle bir şey" diye çöküyordu üstüne, korkunç sert bir ses, "Cinayetten bahsediyoruz. Cinayete işbirliği mi edeceksin?" diye soruyordu. Miss Climpson, vicdanla düşman arasında kalan Lancelot Gobbo (Shakespeare'in Venedik Taciri oyunundaki uşak) gibi hissediyordu ama vicdan hangisiydi, düşman hangisiydi: Doğruyu söyleyip fenalığı cezalandırmak."


ŞÜPHE BULUTLARI'NDA AİLESİ OLAYIN İÇİNDE...


Üçüncü kitabı Şüphe Bulutları da Sahi Kitap'tan yayınlandı.
Lord Peter, bu kez ailesinin adını temize çıkarmak için mücadele etmek zorundadır.
Müstakbel eniştesinin cesedi, ayağında terlikleri ve üzerinde ceketiyle kasımpatıların arasında yatmaktadır.
Kız kardeşi Mary üzgündü, Lord Peter da.
Tüm deliller, abileri Denver Dükü Gerald'ı işaret ediyordu.
Tutuklanıp, mahkemeye çıkarılır.
Lord Peter'in en zor sınavı başlar.
Lord ve arkadaşı dedektif Charles Parker, av köşkünün altını üstüne getirir.
Ellerinde olanlar ayak izleri ve kedi şeklinde bir tılsımdır.
Yolda gizemli bir mektup bulunur.
Mahkemeye yetişebilirse her şey aydınlığa kavuşacak, asıl katil ortaya çıkacak.
Sayers, hikayelerinde kurgunun bulmacaya dönüşmesine karşıdır, hayatın gerçekliğini arar.
Edebi ağırlığı önemser.
Şiddeti tanımlamaktan kaçınmaz.
Karmaşık ölüm yöntemlerini tüm dehşetiyle ayrıntılarıyla verir.
1893 doğumlu Sayers, 1957'deki ölümüne kadar onlarca roman, oyun, şiir yazdı.
Aynı zamanda eleştirmen, teolog ve çevirmendi.
1920'lerde başladığı polisiye serisinde yıllar içinde zamanın ruhuna göre, dedektifi de ayağı yere sağlam basan, görüşleri ve fikirleriyle başka bir karaktere büründü.
Bir papazın kızı olan Sayers, Oxford'un ilk kadın mezunlarından biri, evlatlık olarak bilinen oğlunun ise evlilik dışı gerçek çocuğu olduğu yıllar sonra ortaya çıkmış.
Fırtınalı hayatı böyle bir gizemi tercih etmesine neden olmuş.
Radikal bir hayatı vardı, hem yaşamında hem de edebiyat dünyasında yerleşik değerlerle mücadele etti.
(Sabah Kitap ekinin 2024 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.)

İlber Hoca'nın kitaplarıyla tarihte yolculuk...


Yüzyılın yaşayan en büyük tarihçilerinden Prof. İlber Ortaylı'nın kitapları; Osmanlı tarihinden Cumhuriyete, dünyanın dört bir yanına seyahatlerden hayatın anlamına uzanan bir yolculuğa davettir.    

Tarihi nasıl anlamalıyız ve tarihçi nasıl olmalıdır.
Bu saygınlığa ve mertebeye ulaşmak herkese göre değildir.
Tarih kullanılmaya ve çarpıtılmaya en müsait alandır.
Dönemlere göre değişen şövenist ve önyargılı görüşler bu alanı kullanır.
Siyasetin tahakkümü istismar eder.
Tarihçi bu yüzden her şeyden önce önyargılı olmamalıdır, gerçeğin peşinde koşmalıdır.
Kendi uzmanlığı dışında diğer alanlardan da beslenmelidir.
Coğrafya, sosyoloji, filoloji, arkeoloji, hukuk, ekonomi, etnografya, kronolojiden de anlamalı destek almalıdır.
Dönemleri çevresiyle değerlendirmeli ve en zoru ve emek isteyeni karşılaştırmalı olarak ele almalıdır.
Sabırlı, disiplinli ve çalışkan olmalıdır.
Profesör İlber Ortaylı, tarih alanında bu saydıklarımızın hepsidir ve daha fazlasıdır.
Dünyada saygın bir yere sahiptir ve hepimizin gurur kaynağıdır.
Türk tarihçiliğinin kuşaktan kuşağa uzanan Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Halil İnalcık gibi efsane hocalarıyla andığımız yaşayan bir değerdir.
İlber Hoca, ailemizden biri gibidir...
Geçmişten geleceğe köprüdür, tarihi hafızamız, önümüzü aydınlatan bir fenerdir.
Kutup yıldızı gibi ona bakarak yönünüzü tayin edebilirsiniz.
Onlarca kitabı, makaleleri, söyleşileriyle, her daim danışılan, örnek alınan bir aydındır...
Akademik dünyanın birikimini, arşivlerin, kütüphanelerin devasa sayfalarını araştıran bizim için hatmedip, imbiğinden geçirerek damıtan bir tarih laboratuvarıdır.
Konuşur, sohbet eder gibi yazan, tarihimizi bize sevdirendir.
Biz kimiz, nereden geldik nereye gidiyoruz" diye merak mı ediyorsunuz.
Türklerin Tarihi- Orta Asya'nın Bozkırlarından Avrupa'nın Kapılarına ve Türklerin Tarihi 2- Anadolu'nun Bozkırlarından Avrupa'nın İçlerine kitaplarını yazan Hocamız size sesleniyor:
"Türkler tarihin her safhasında görünen, tarihi inşa eden kavimlerden biridir. Bugünkü medeni dünyada hiçbir eski dünya kavmi ve ülke yoktur ki Türkler olmadan tarihini yazabilsin. Mutlaka, Türkleri ve Türk tarihini bilmek zorundadır ki kendi tarihini anlayabilsin."
600 yıl boyunca Yemen'den Avrup'daki Viyana Kapıları'na, Rusya'nın dibindeki Kırım'dan Afrika'nın Libya'sına uzanan bir coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu'nu öğrenmek mi istiyorsunuz.
"Akdeniz dünyasında üç tane 'Roma İmparatorluğu' vardı. Bu üç Roma, yeniçağların ulusçu imparatorluklarından farklı, kendilerine özgü geleneksel yapıları ve ideolojileri olan siyasal toplumsal sistemlerdi. Bu geleneksel Roma imparatorluklarının üçüncüsü ve sonuncusu Osmanlı İmparatorluğu'dur. Onun içindir ki bu imparatorluğun kurumlarını ve yapısını incelemek, Türklerin tarihini incelemenin ötesinde bir anlam taşımaktadır."
"Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek kitabının kaleme alınmasındaki en önemli nedenlerden birisi okuyucunun moda olan filmlerden, dizilerden, macera romanlarından edindiği bilgiyi gerçek zannetmesiydi. Sahne ve gösteri sanatlarının bu gelişimi yeniden tersi bir efsaneleşme yarattı. Düzeltmeler yapmak lazımdı."
Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, Üç Kıtada Osmanlılar, Osmanlı Barışı, Son İmparatorluk Osmanlı kitaplarıyla başlayıp, Osmanlı'da Milletler ve Diplomasi, Osmanlı'da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Osmanlı'da Aile, Osmanlı Devleti'nde Kadı, Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu, kitapları rehberiniz olsun.

Daha yakına gelirsek, Yakın Tarihin Gerçekleri, Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 1923- 2023...
Cumhuriyetimizin kurucusunu ele aldığı Atatürk ve Tüm Yönleriyle Atatürk kitaplarını neden yazdığını da şöyle özetler:
"Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere mâni olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Atatürk dünya tarihinin nadiren gördüğü bir dehadır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, hiçbir mağlup milletin direniş göstermediği zamanda siviller ve askerlerle dünyaya meydan okumuştur."
Defterimden Portreler'de Sezar, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni ve Hürrem, Beethoven, Puşkin, II. Abdülhamid gibi tarihi kişiliklerin yansıra birçoğunu bizzat tanıdığı siyasetçiler, yazarlar, müzisyenler, akademisyenler yer alır: Osman Ertuğrul Efendi, Atillâ İlhan, Halil İnalcık...
İyi bir seyyahtır. "Türkiye gibi önemli bir coğrafyayı ve tarih alanını öğrenmek için onun kuzeyindeki Güney Rusya ve Kafkasya, doğusundaki İran ve Hindistan, güneyindeki Suriye, Filistin ve Mezopotamya'nın yanı sıra Balkanları ve Akdeniz ülkelerini anlamak da kaçınılmazdır" diyen hocamız sizi İlber Ortaylı Seyyahatnamesi, İlber Ortaylı ile Eski Dünyaya Yolculuk kitaplarıyla eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor.
İlber Hoca pusulasını geleceğe de çevirir.
Bir söyleşisinde gençlere, "Dünyayı gezin sonra evlenin" demişti, soruların arkası kesilmeyince eli daha yükseltti: "Evlenin birlikte gezin, mobilyayı sonra alırsınız."
Zaman Kaybolmaz, Bir Ömür Nasıl Yaşanır, İnsan Geleceğini Nasıl Kurar? üçlemesi kendi yaşamından örneklerle hayata dair ipuçlarıyla doludur.
Bir dönem kendisine çok yakışan Topkapı Sarayı Müdürlüğü de yapan İlber Ortaylı, 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'yle onurlandırıldı.
"Tarihini bilmeyen milletlerin geleceğini de inşa edemeyeceği hakikatinden hareketle, tarihimizin derinlikli biçimde araştırılıp aktarılması, geniş halk kitlelerine sevdirilmesi, yurt içinde ve yurt dışında, başta akademik platformlar ve medya ortamı olmak üzere tüm kesimlerle paylaşılmasındaki değerli katkıları münasebetiyle..." verilen ödülün gerekçesi her şeyi özetliyor.
(Sabah Kitap ekinin 2024 Nisan sayısında yayınlanmıştır.)