İşte oradaydı. Olduğum yerden yalnızca 2 metre uzakta. İspanya'nın başkenti Madrid'te Kraliçe Sofia müzesinin üçüncü katında, 3.5 metre yüksekliğinde ve 7.8 metre genişliğinde sadece siyah ve beyaz renklerde yağlıboya ile yapılmış tabloya bakıyorduk. Guernica.
Dünyanın dört bir yanından gelen onlarca kişi nefes almadan ayrıntılarda kaybolmuştu. İki yandaki görevliler ise bu nadide eserin zarar görmemesi için ters yönde bizlere bakıyordu.
1937 yılında faşist General Franco rejiminin en zalim yıllarıdır, iç savaş tüm şiddetiyle sürmektedir. Franco, Almanya'nın lideri Hitler'e hava kuvvetlerinin yeni silahlarını İspanya'nın kuzeyindeki bir köy üzerinde deneme izni veriyor. O sıralarda iç savaştan kaçıp Paris'te yaşayan İspanyol sanatçı Picasso bu kanlı bombalamayı anıt boyutunda bir tuvale resmediyor.
O köyün adı Bask bölgesindeki Guernica'dır ve Picasso da ölümsüz eserine aynı adı verecektir.
Tablo bugün savaşa karşı barışı savunanların simgesi oluyor.
Picasso bir sergisi sırasında "Bu tabloyu siz mi yaptınız" diyen bir generela verdiği yanıt da unutulmazdır: "Hayır siz yaptınız."
İtiraf edeyim İspanyolları çok ama çok severim ama Madrid'e hep önyargıyla baktım. Oldum olası Real Madrid futbol takımından nefret ettim, Atletico'yu ve Barcelona'yı her zaman daha çok sevdim. Orası için söylenenleri hep kulak arkası ettim.
Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı, Franco'nun öldürttüğü şair Lorca ve iç savaşı anlatan filmler, hafızama kazınan olumsuz bir Madrid simgesi için yetmişti.
5 yıl önce bir günlüğüne gittiğim Madrid'te bu kez dolu dolu bir dört gün geçirdim... (15 Mayıs)
Basketbolun Şampiyonlar Ligi olan Final Four için İstanbul'dan havalandığımızda hâlâ sevmek için bir neden arıyordum.
Lafı uzatmadan ve sona saklamadan tek kelimeyle dört günün özetini yapayım:
"Önyargılar yıkılmak içindir ve Madrid muhteşem bir şehir."
Flamenko, boğa güreşi ve futbolla bilinen anılan bu Madrid'i çok sevdim.
İnsanları, tarihi, yemekleri, enerjileri ve yaşam sevinçleriyle özel bir tat ve doku var bu şehirde...
Doğaya verdikleri önem, sanata düşkünlükleri, adım başı karşınıza çıkan yapıtlarla müze bir şehir...
Birbirinden muhteşem ve "ah şuraya da baksaydım" hissiyle gezilen ve kısa sürede tamamını görmenin mümkün olmadığı müzeler...
Girişte sözünü ettiğim Kraliçe Sofia Müzesi bir tasarım ve düzenleme harikası.
Eski yapıya dışarıdan eklenen modern camdan asansörler bile bir başkaydı.
Aynı cadde üzerinden 10 dakikalık bir yürüyüşle Prado Müzesi'nde ise sizi Ortaçağ'ın başyapıtları bekliyor. Daha girişte Goya heykeli sizi karşılıyor. İçeriye girdiğiniz andan itibaren birbirinden ünlü sanatçıların nefes kesen tabloları. Katlar, odalar, dehlizler halinde uzanan müzenin içinde kaybolmuşken görevlinin uyarısıyla irkildim. Kapanış saati gelmişti. Yüzlerce turisti çıkışta kitaplar, hediyelik eşyalar bekliyor.
LORCA'NIN GÖZYAŞLARI...
Ülker'in ev sahipliğinde gittiğimiz Madrid'te gazeteci arkadaşlarımızdan oluşan kafileyi taşıyan otobüs bir caddeyi geçerken rehberimiz "ünlü şair Lorca işte burada yaşamıştı" diyor. 1936 ile 1939 tarihlerinde yaşanan İspanya İç Savaşı'nda Franko faşizmi tarafından henüz otuz sekiz yaşındayken kurşuna dizilerek katledilen Federico Garcia Lorca'nın Atlının Türküsü dizeleri geliyor aklıma. Zülfü Livaneli'nin bestelediği türkü dilimizden düşmezdi.
Kurtuba
Uzakta tek başına
Ay kocaman at kara
Torbamda zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kurtuba'ya
Ovadan geçtim yel geçtim
Ay kırmızı at kara
Ölüm gözler yolumu
Kurtuba surlarında
Yola baktım ama yol uzun
Canım atım yaman atım
Etme eyleme ölüm
Varmadan Kurtuba'ya
Kurtuba
Uzakta tek başına...
KİMSE UYUMAZ MI BURADA
Benim için İstanbul bir başkadır. Hayat kesintisiz aktığı için bir başka severim. Tatil için yola çıktığım andan itibaren özlemeye başlarım. Madrid'te aynı İstanbul gibi 24 saat yaşayan bir şehir, hem de denizi olmamasına rağmen. Bir İspanyolla evli olan ve Madrid'te yaşayan rehberimiz "burada yalnızca uyumak için eve giderler" diyor. Vallahi canlı şahidi olduk. Final Four için kente gelen Türkler, Ruslar ve Yunanlılar kentin her yerinde formalarıyla gezintideydi. Dünyanın en çok turist çeken ülkelerinin başında gelen İspanya daha yaz gelmeden cıvıl cıvıldı. Halkı da yemeyi ve gezmeyi de sevince sokaklar, meydanlar görülmeye değerdi.
(Sabah Tatil ekinin 31 Mayıs 2015 sayısında yayınlanmıştır.)
17. YÜZYILIN BAŞYAPITI PLAZA MAYOR
Burası Madrid'in simgesi 17. yüzyılın mimari başyapıtlarından biri olan Plaza Mayor (Ana Meydan). Bu dikdörtgen yapının ortasında bir zamanlar boğa güreşleri, törenler ve infazlar yapılırmış. Bugün açık hava kafeleri ve konserleriyle görülesi bir mekan.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder