Sayfalar

14 Aralık 2016 Çarşamba

Tanpınar'ın paltosuyla ısınmak...


Erol Gökşen, iki yıl süren titiz bir çalışmayla Ahmet Hamdi Tanpınar'ın köşe bucakta kalmış deneme, mektup ve röportajlarını Hep Aynı Boşluk kitabında bir araya getirdi. Kitap 100'ü aşkın yazıdan oluşuyor

Kadim sorudur ve sorundur: Edebiyatçı kendi sesini ararken etki altında kalır mı? Yanıtı malum, "evet"tir ve olması gereken de budur.
Hayat da böyle değil midir?
Edebiyat dünyasında öncü olmuş, yol açmış isimler her zaman tartışmaların odağında olmuştur. Şairler, öykücüler, romancılar; her birinin elinden tutup ayağa kaldıran vardır. Birilerinin etkisinde kalarak yola çıkanlar, onları fersah fersah aşıp daha büyük eserler vermiştir ancak yine de ilkler unutulmazdır.
Gogol'un meşhur Palto öyküsü bu tartışmanın nirengi noktasıdır. Sıradan bir memur olan Akaki Akakiyeviç'in Rusya'nın soğuk sokaklarında gezintiye çıkmasıyla öykünün geleceği de çizilmiş oluyordu. Gogol'un ardından gelen büyük romancı Dostoyevski'nin "Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık" sözü ise edebiyattaki öncülüğü vurguluyordu.
Tolstoy, Çehov başta olmak üzere birçok ülkeden yazar o paltoyu değişik renk ve biçimlerde giydi. Hâlâ da giymeye devam ediyor.
Mesele taklit edip aşırma ucuzluğuna düşmemektir, yoksa yol açıcılığı kabul etmek edebiyatın doğasında vardır.
İlk öncülerden Jorge Luis Borges öykü dünyasında pek çok takipçisi olan yazarlardandır. "Öykü biçimini niye değiştirdin" diye soranlara cevabı düşündürücüdür: "Buenos Aires'te benim ağzımdan Borges öyküleri yazan yeterince edebiyatçı var. Kendilerini bulmacalara, kaplanlara falan kaptırmışlar, üstelik bu işi benden çok daha iyi becerdikleri kesin. Onlar genç adamlar, bense oldukça yaşlı ve yorgunum."
Sürekli olarak kendini yenilemek, özgün bir dil aramak ve gelişmeye açık olmak edebiyatçının olmazsa olmazıdır.
Zaten bunu yapamayanlar silinip gitti, gidiyor. Her yıl onlarca yazar ortaya çıkıyor ya kendi ufak dünyasında yaşıyor ya da vazgeçip bırakıyor.
Kendi iç sesinin peşinden giderek kendini yenileyenler ise dünyanın her yerinde, her daim parıldıyor.
Eleştirmen ve yazar Semih Gümüş yıllar evvel Palto'yu bize uyarlamıştı.
"Kim hangi paltodan çıkmıştı" sorusunun yanıtını 1940'lı yıllardan günümüze doğru aramış ve "sırasıyla Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Bilge Karasu ve Oğuz Atay'ın paltosunu giydik" demişti.
Kişisel sıralamasına itirazlar olabilir ya da eksik bulanlar olabilir.
Ancak bu paltonun eskimeyen nadide bir kumaş gibi parıldayan ismi Ahmet Hamdi Tanpınar üstünde sanırım herkes hemfikirdir.
Tanpınar'ın makaleleri ve konuşmalarının yer aldığı "Yaşadığım Gibi" kitabını yayına hazırlayan Prof. Dr.Birol Emil'in saptaması çok yerindedir: "Farz-ı muhal olarak, yeri Türk edebiyatının güzellik namına başka bir eseri olmasaydı yalnız Tanpınar ve onun eserleri bu edebiyatın nasıl yaratıcı bir kudrette olduğunu ispat etmeye kıfayet ederdi."
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste, Aydaki Kadın, Beş Şehir ve Hikayeler'i bize bırakıp 54 yıl önce dünyaya veda eden Tanpınar, yaşarken "sükut suikastine" uğradığından yakınırdı. Değeri ölümünden sonra anlaşıldı.
Gündelik hayattan edebiyata, mimariden siyasete kadar hemen hemen her konuda kafa yormuş bir aydındı. Yayınlanmamış makaleleri, röportajları; Yaşadığım Gibi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Mücevherlerin Sırrı kitaplarıyla ortaya çıkınca değeri katlanarak arttı.
Kaderin cilvesi olsa gerek Tanpınar'ın, sükut suikastı yakınmasını giderecek bir kitap daha bugünlerde piyasa çıktı. 1930 ve 1960 yılları arasını kapsayan döneme ait Tanpınar'ın eserlerinde yer almayan köşede bucakta kalmış deneme, mektup ve röportajları "Hep Aynı Boşluk" kitabında bir araya geldi.
Erol Gökşen'in 2 yıl süren titiz çabalarıyla kütüphaneler ve gazete arşivleri taranarak neredeyse bir avcı gibi bulunan yazılar tahmin edileceği üzere her konuya değiniyor.
Kitap; edebiyat, estetik ve plastik sanatlar, medeniyetler ve zihniyetler, toplumsal ve iktisadi hayat, insana dair, siyaset ve siyaset adamları, mektuplar, anketler, röportajlar ana başlıkları altında yüzü aşkın yazıdan oluşuyor.
Önsözü yazan Türk edebiyatı ve Tanpınar uzmanı Prof. Dr. İnci Enginün yukarıda tartıştığımız konuya da parmak basıyor. "Tanpınar etkilendiği yazarların farkında olsa da onlardan uzaklaşmaya çabalamaktadır... O, elbette her kültürlü yazar gibi kendisinden öncekilerle beslenmiş, fakat onlarla arasında kurulacak benzetmelerden de ürkmüşe benzer."
Tanpınar tartışmaya açık bir fikirle, modern edebiyat diye ortaya çıkanları kötü bir taklit, eskilerin ise ışıldadığını söylüyor.    
17. yüzyıl şairlerinden Naili için benzersiz bir tarif yapıyor: "Vakıa biz ona gitmiyoruz, fakat o, zaman zaman bize geliyor."
Başyapıtı Huzur romanının yayınlandığı günlerde (1 Mart 1950) kendisiyle yapılan röportajda "Bu romanla dünyaya açıldım. Aramızda gayet garip bir yarış oldu. İlk önce o beni geçti; sonra galiba ben onu" diyor.
Kitaba "Niçin Huzur adını verdiniz?" sorusuna verdiği cevap ise bugünlerde çok ihtiyacımız olan bir dilek gibi sanki:
"Çünkü huzursuz bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü insan kendisi ile barışık değil. Değerler karşısında ve insan karşısında yeniden düşünmeye mecburuz. Çünkü her şeyden şüphedeyiz. Ve nihayet arkamızda eskisi gibi o kadar kuvvetle Allah'ı hissetmiyoruz. Hülasa huzursusuz, onun için..."
O günlerin 2. Dünya Savaşı'nın yeni bittiği zamanlara denk geldiğini unutmadan o sözlerin bugünlere de bir mesaj olduğunu görebiliriz.
İki yıl önce kitap ekinin Ekim sayısına onun üstüne yazılan bir denemeden yola çıkarak "Tanpınar'a geç kalmayın" demiştim.
İşte yine, yeniden yoluma Tanpınar çıktı. Soğuk kış günlerinde paltosuyla ısıtmak için...
Huzur bu olsa gerek...
(Sabah Kitap ekinin Kasım 2016 sayısında yayınlanmıştır.)

1 yorum:

  1. Thanks for sharing, nice post! Post really provice useful information!

    Giaonhan247 chuyên dịch vụ mua hàng mỹ từ dịch vụ order hàng mỹ hay nhận mua nước hoa pháp từ website nổi tiếng hàng đầu nước Mỹ mua hàng ebay ship về VN uy tín, giá rẻ.

    YanıtlaSil