Sayfalar

5 Ocak 2017 Perşembe

Mevlana'nın izini süren aşıklar...


13. yüzyılda bitmek bilmez iktidar mücadeleleri, dini çatışmalar, mezhep kavgaları, siyasi çalkantılar arasından bir güneş gibi doğdu Mevlana...
Batı'da, Kudüs yolundaki Haçlılar Konstantinopolis'i işgal edip yağmalamışlar; Bizans İmparatorluğu'nun bölünmesine yol açmışlardı. Doğu'da, Cengiz Han'ın Moğol orduları yakıp yıkarak ilerliyordu. Arada kalan çeşitli Türk Beylikleri de kendi aralarında savaşıyordu. Hıristiyanlar Hıristiyanlarla, Hıristiyanlar Müslümanlarla, Müslümanlar da Müslümanlarla çatışmaktaydı. Ne yana dönseniz husumet, hamaset, ıstırap, hırs...
Sonra Mevlana, Anadolu'nun ortasından seslendi:
"Gel, gel, gel!
Ne olursan ol, gel!
Kim olursan ol, gel!
Tövbeni yüz kere bozmuş olsan da gel!"
O kapı öyle bir açıldı ki içine alemin en güzel sözleri, sırları, düşünceleri, huzuru, mutluluğu, tevazusu, insanlığı, sevgisi doldu...
"Ben ne Hıristiyanım,
Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman;
Ne Doğu'danım, ne de Batı'dan.
İkiliği bir kenara koydum,
İki âlemin bir olduğunu gördüm."
Çünkü gücünü aldığı Kuran'ın Maide Suresi'nde, "Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" denmişti.
O mesaj her dinden her dilden milyonlarca yürekle buluştu.
Hani Hud Suresi 112 ayetinde, "O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir" diye verilen mesajı da çok iyi anlamıştı...
"Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yemek bulunur. Herkes orada gıdasını bulur" diye seslenmişti...
Yaratılmışların en değerlisi olarak şereflendirilen insanoğlunun "Eşrefi mahlukat"ın da değerini iyi bilirdi:
"Sen, değerinle ve düşüncenle iki aleme bedelsin.
Ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.
Kendini ucuza satma, çünkü değerin yüksektir."
Ama şu iki günlük dünyada zalimleşenleri de görüyordu. Kıskançlık, hırs, kibir...
"Başkalarına imrenme,
çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.

Beri gel, beri!
Daha da beri!
Niceye şu yol vuruculuk?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik?"
İnsanoğlunun iç benliğine yolculuğuna da diyecekleri vardı. 
"Can konağını aramadaysan, cansın
bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin
bir damla su arıyorsan susun,
zulmün peşindeysen zalimsin
aşkı arıyorsan aşıksın
gönlün neye kapılmışsa osun sen."
Hayattan ne anladığını, gerçek dostun kelime değil mana anlamındaki derinliğini de nasıl da özetlemiş:
"Dostlarım,
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya,
Kalp durur.
Akıl unutur,
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur."
Ve bugünlerde Konya'da buluşanlara, milyonlarca sevdalısına da yüzyıllar ötesinden sesleniyor:
"Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler.
Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz."

Ve kendi geleceğini de tayin ediyor:
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir."
Aralık ayı demek Mevlana'yla buluşmadır aynı zamanda... Paneller, söyleşiler, dinletiler düzenlenir, akın akın Konya'ya turlar düzenlenir. Ve nihayet 17 Aralık'taki ölüm yıldönümünde büyük bir buluşma gerçekleşir. Bu yıl 743'üncüsü düzenlenecek Şeb-i Arus yani düğün gününde bir araya gelen sevdalıları semada ve neyde huzur bulacak...
(Sabah Cumartesi ekinin 17 Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder