Sayfalar

17 Şubat 2016 Çarşamba

100 yaşında bir tarih sevdalısı...


Prof. Dr. Halil İnalcık, Tarihe Düşülen Notlar kitabının ilk cildinde tarih perspektifi içinde sanattan politikaya birçok konuda değerlendirmelerde bulunuyor. İkinci ciltte ise 100 yaşına giren hocaların hocasıyla yapılan söyleşiler var

Dostları, öğrencileri sevdikleri onun için bir doğum günü partisi düzenlemişlerdi.
Evinden katıldığı canlı yayında projelerini, hazırlıklarını hayata yönelik düşüncelerini anlatıyordu.
Ayrıntıları, nefis cümlelerle dile getiriyor. Yılların birikimiyle hafızası o kadar berrak ki gürül gürül akan bir ırmak gibi konuşuyor. Gereksiz bir kelimesi bile yok.
"Memlekete ve geleceğine güvenerek çok çalışmalıyız. Esas mesele fikir zenginliğidir" diyor.
Söyleşi sürerken alt başlığındaki yazıya bakıp düşünüyorum. Bir ömre insan neler sığdırır. Hele ki bu 100 yılsa.
Hocaların hocası olarak anılan Prof. Dr. Halil İnalcık'ın istikameti gençliğinde bir kitapla yönünü bulur. Goethe'yi okuduğunda kararını vermiştir. Kendini Osmanlı tarihine adayacaktır.
Ve o gün bugündür; okuyor, araştırıyor, yazıyor ve öğrenciler yetiştiriyor.
100 yaşında ama enerjisi ve hayata bakışı o kadar netti ki.
"Ben mutlu bir insanım. 15 yaşında kendime bir hedef koydum. O hedefe eriştim. Dünya beni okuyor. Dağa çıkmak gibi; zirveye ulaştım, şimdi zirveden bağırıyorum, herkes beni dinliyor" diyor. (Hürriyet Pazar- Gülriz Arslan'la söyleşi)
Kuyumcu titizliğiyle incelediği Arnavut arşivleriyle Osmanlı'nın kılıçla değil, uzlaşmayla Balkanlar'a geldiğini ispat ettiğinde yıl 1950'dir.
Halil Hoca yeni bir şey söylemektedir ve tarihçilerin arasında saygın bir yer edinir.
Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerden aldığı fahri doktora unvanları, derslerde okutulan kitapları onun değerini göstermek için yeter.
Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi Halil İnalcık'ı dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterdi.
Amerikalı ünlü sosyal bilimci Immanuel Wallerstein'ın sözleri ise 100 yıllık çınarın vardığı noktayı özetliyor: "Onu dar anlamda bir 'tarihçi' olarak düşünmek elbette yetersiz kalır. Bizzat tarih disiplinine şekil vermiş, kendi metodolojisini ve bilgi birikimini tarihçilik mesleğine kazandırmış bir kişi olarak İnalcık, bilim çevrelerinin üzerinde uzlaştığı seçkin bir isimdir... Yeni kuşak tarihçiler, Akdeniz, Osmanlı ve Balkan tarihi üzerindeki birçok yanlışın tashih edilmesini ona borçludur."
72 kitap ve 500'e yakın makalesiyle tarih bilimine damgasını vuran Halil Hoca'nın iki cilt halinde yayınlanan kitabı bilmediğimiz başka bir yönünü daha bize gösteriyor.
Birinde onunla yapılmış çeşitli söyleşiler var. Bunların birçoğu gazete ve dergilerde çıkanlar.

UFUK AÇAN SÖYLEŞİLER

Birçoğuna internette ulaşabilirsiniz. Asıl konuşmalar kitabı ise altın değerinde.
İnalcık, 1947'den başlayarak günümüze kadar Osmanlı tarihi başta olmak üzere, sanat, edebiyat, siyaset ve güncel politikaya kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulunuyor.
Kitapta ilk yer alan 1947 tarihli Tarih Enstitüsü'nün Orta Anadolu Gezisi Raporu'nda kullanılan dil biraz ağdalı. Eski Türkçe sözcükler yer alıyor.
Ancak Halil Hoca işin farkında ki önsözde bu konuya da değiniyor. Bilimsel disiplinle çalışmak işte böyle bir şey.
"Türkçemiz memleketimizin siyasal ve kültürel gelişimleri dolayısıyla son yüzyıl içinde derin değişimler geçirmiştir. 1947'de kullandığım Türkçe ile 2014'te kullandığım Türkçenin ne kadar esaslı farklılıklar gösterdiğini okuyucu görecektir" diyor.
Halit Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Refik Halid gibi romancıların kullandığı dilin önemini vurguluyor. O Türkçenin korunması gerektiğini, konuşurken yabancı kelimeler kullanmanın Türk kültürü ve diline ihanet olduğuna da dikkat çekiyor.
Bir sonrakinde ise Hoca'nın katıldığı bir kongre. 1956 İspanya'da yapılan V. Beynelmilel Onomastik (İsim Bilimleri) İlimler Kongresi'nde katılan İnalcık sunulan tebliğleri, konuşmaları, tartışmaları ayrıntılarıyla özetliyor. 
Kendisi de "Yer adları kaynağı olarak Osmanlı Tahrir Defterleri" tebliğini okuyor.
Kongre kapandıktan sonra herkes gezerken o bir hafta boyunca İspanyol arşivlerine girip Türkçe, Arapça vesikaları inceliyor.
"Türk ve İspanyol tarihleri arasında görülen paralellikler tesadüf değildir. Akdeniz'in biri bir köşesinde öteki öbür köşesinde her iki millet, biri İslamiyet'in diğeri Hristiyanlığın müdafii olarak ortaya çıkmışlar, XVI. asırda her ikisi de cihanşümul birer imparatorluğun sahibi olmuşlar, Akdeniz'de genişleyerek birbirlerinin karşısına çıkmışlar, bu denizin hakimiyeti için mücadele etmişler ve benzer şartlar altında iktisadi ve siyasi inhitata (gerileme) uğramışlardır" diye başlıyor ve sonrası ise tadına doyulmaz bir tarih okuması...
Kitaptaki başlıklarla ilerliyoruz. Geçmişten bugüne herbiri derslerle dolu.
Ağırlıklı olarak Osmanlı tarihi tabii ki: Aydos Kalesi Koceli Fethi'nde Kilit Noktadır, Yalova'daki Osman Gazi Anıtı, Osmanlı Tarihi Üzerine, Arşiv Belgelerinde Osmanlı ve Avrupa, Osmanlı Arşivlerinin Türkiye ve Milletlerarası Önemi, Osmanlılarda Vakıf ve Vakfiye, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Osmanlı'da İktisadi Sosyal Hayat, Osmanlı Devleti ve Lehistan Krallığı, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere, Osmanlı Düşünce Tarihinde Dönüm Noktası...
Hele ki "O olmazsa Osmanlı da olmazdı biz de var olmazdık" dediği, Fatih Sultan Mehmed ve Anadolu bölümü...
Çok tartışılan sosyal konular: İslam Hukuku ve Devlet, İslam ve Modernleşme, Türk Aydınlanma Çağı, Tarih Boyunca Çağdaşlaşma, Tarih ve Politika,
Özellikle bugünlerde yaşanan Rusya krizinin de yer aldığı bugünün siyasal meselelerine tarihsel bakış:
Türkiye ve Japonya'nın Siyasi Moderneşmesi, Kıbrıs Ana Meseleleri, Milli Kültür ve Küreselleşme, Boğazlar ve İstanbul, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya Üçgeninde Türkiye'nin Politik ve Kültürel Perspektifleri, Jeostratejik Konum, Uluslararası İlişkiler, Avrasya Türk Denizcilik Tarihi...
Halil Hoca'nın ilgisizlikle ilgili yaptığı uyarıları da önemlidir. Osmanlı'nın kuruluşunun 1299'da Bilecik'in alınması değil de 1302'de Bafeus Zaferi olduğunu defalarca yazdı ancak bir müddet gündeme geldi, sonrası derin bir sessizlik.
Hoca da sanatçıların, bilim adamlarının en çok yakındığı umursamazlıktan müzdariptir. "Kaç kez yazdım ama okumuyorlar, tembellik"diyor haklı olarak.
Tarihçiler arasındaki lakabı Şeyhü'l-müverrihîn yani tarihçilerin şeyhi olan Halil İnalcık'ın kitabında biyografisi de var, aruz vezniyle yazdığı şiirleri de. İnalcık Hoca iyi tarihçi olmanın şifrelerini de veriyor:
"Tam bir tarihçi olmak çok güçtür. Bugünün tarihçileri hikâye anlatıyor. İyi tarihçi olmak için evvela altı dil öğrenilecek. Arapça, Farsça, Osmanlıca divan dili ile Fransızca, Almanca, İngilizcenin ileri seviyede bilinmesi lazım. Yoksa Avrupalı tarihçilerle boy ölçüşülemez. Makale yazarken arşive ve sağlam vesikalara dayanıyorum. Zaman ve mekân içinde toplumun hayatına tarih denir. Bunun için bir tarihçi sosyoloji, ekonomi, kültür, coğrafya, her şeyi bilmeli. İmajinasyon ve üslup için bir tarihçi olarak edebiyat bilmemin çok faydası oldu."
(Sabah Kitap ekinin Aralık 2015 sayısında ve sabah.com.tr'de yayınlanmıştır.)

KİTAPTAN....

Beyşehir'deki Hititliler'den kalan Eflatun Pınar üstüne:
"Yalnız şurası muhakkaktır ki en eski atalarımızı bu kaynak dibinde mukaddes bir yer yaptırmaya götüren hisleri insan, uzun yollardan hatta araba içinde bile olsa, buralara gelip de ağzını bu kayalardan fışkıran soğuk sulara vererek birkaç yudum içtiği zaman daha iyi anlayabiliyor. İnsan burada, tanrısal kudretlerin, hayatın başlıca şartı olan su kaynaklarında da tecelli ve tezahür ettiğini inanan bütün eski insanlığın manevi alemine nüfuz eder gibi oluyor. Bunları kitaplardan okuyarak öğrenmek elbette kabildir fakat bu gözle görüş ve hele bizzat hissediş, muhakkak ki daha derinliğine öğretiyor. Bu oldu mu, tarih bilimsel gezisinin bu manadaki gayesi tahakkuk etmiş demektir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder