Sayfalar

11 Ağustos 2015 Salı

Berlin ben sana mecburum...


Brandenburg Kapısı, Checkpoint Charlie ve Duvar... 440 civarında galeri, 3 bin sergi, 6 bin sanatçı... Yalnız geçmiş değil, çağdaş sanat da Berlin'in simgesi olmuş durumda. Şehri gezerken okuduğum kitaplar, izlediğim belgeseller ve filmler geliyor gözümün önüne

Güzel bir gündü... İstanbul'un çıldırtan trafiğine kalmadan Anadolu yakasındaki evimden erken vakitlerde Atatürk Havalimanı Dış Hatlar'ına varmak da ayrı bir huzur vermedi değil...
Bir yolculuğa çıkacaksam mesafe kısa da olsa içime oturan seyahat gerginliği hafiften kendini hissettiriyordu. Ancak heyecanım gideceğim yerle ilgiliydi daha çok. Bir türlü dengine gelmedi ancak bu kez gidiyordum...
Avrupa Voleybol Şampiyonası Erkekler Dörtlü Final maçlarını izlemek de gezinin içindeydi... DenizBank'ın ev sahipliğindeki 35 kişilik kafilede eski gazeteci dostları da görmek, günü ve geziyi keyifli kılmak için bir başka nedendi...
Mart ayının son günlerindeki güneşli bir İstanbul'dan yağmurlu, soğuk bir Berlin'e indik...
Pasaport kontrolünden geçtikten sonra gözüm bir güvenlik görevlisine takılıyor. Dönüyor ve diğerine güzel bir Türkçeyle "Şu telefonu versene" diyor. Abarttıklarını düşünürdüm ama Berlin'de nereye gitsek memlekette gibiydik. Otobüse ilerlerken yine Türkçe bir sohbet...
Lüks bir otel komisinin Hollanda- Türkiye maçından sonra "O gol de yenir mi" serzenişi...
"Eee ne var bunda" dediğinizi duyar gibiyim. Neler yazıldı çizildi, filmler, belgeseller çekildi. İlk Türk işçilerinin 1960'larda gittiği düşünülürse 55 yıllık bir geçmiş var. Ama durun biraz benim de bir Berlin'im var. Fırsat olursa nereleri gezebilirim diye aldığım notlara bir kez daha bakıyordum...

Alexanderplatz Meydanı'nın güzelliği, tam ortasındaki kentin sembollerinden TV kulesi, Rönesans döneminden kalma ve 2. Dünya Savaşı'nda büyük ölçüde yıkılan ve tekrar restore edilen Rotes Rathouse, yani Kırmızı Belediye Binası...
1891'de yapılan Roma Tanrısı Neptün'e adanmış Roma Çeşmesi, geçmişi 1700'lere giden iki kez hasar görüp elden geçirilen katedral, kentin her yerine serpiştirilmiş çağdaş sanat heykelleri... 1920'lerde kullanılmaya başlanan dünyanın ilk trafik lambası...
Yoğun yerleşim bölgelerinin hemen yakınında sık ormanlık alanları...
Ünlü kent parkı, botanik ve hayvanat bahçeleri...
Ya müzeler...
Berlin Katedrali'nin yanından başlayarak etrafı kanallarla çevrili bölge Müzeler Adası olarak adlandırılıyor. Anadolu topraklarından götürülen eserlerin sergilendiği Bergama Müzesi başta olmak üzere, Klasik Tarih Müzesi ve Mısır Müzesi burada yer alıyor.
Yalnızca geçmiş değil çağdaş sanat da Berlin'in simgesi olmuş durumda. Kültür ve sanata verdiği değeri bilirdim bilmesine de tanıtım kitapçığına bakınca şaşkına döndüm:
"440 civarında galeri ve yaklaşık 3 bin sergi ile Berlin sanat sahnesinde Avrupa lideridir. 57 bin metrekareden fazla sergi alanında ülke içinden ve dışından 6 bin sanatçı galerilerinde tanıtılmaktadır. İster Olafur Eliasson, Daniel Richter, Jonathan Meese ya da Jeppe Hein olsun, bunların hepsi diğer 20 bin görsel sanatçı gibi şehirde yaşayıp çalışmaktadır. Bunlardan 6 bini Berlin galerilerinde de temsil edilmektedir."
Ya bizim hemşerilerin mekanı, ünü dünyayı tutmuş Kreuzberg semti... 
Küçük İstanbul olarak adlandırılan semt restoranları, pazarları, sinema salonları, galeriler, alışveriş yerleri, gece kulüpleri ve birbirinden renkli mekanlarıyla bir başka dünya...


Sonra başka bir boyuta geçiyorum. Brandenburg Kapısı, Checkpoint Charlie ve Duvar...
"Her şey birdenbire oldu" diyen Orhan Veli şiirindeki gibiyim...
Geçmişi 1788'e giden Prusya kralı II. Frederick William'ın barış simgesi olarak yaptırdığı Brandenburg Kapısı'nın tam altındayım.
Kapının üzerindeki heykelde, Roma zafer tanrıçası Victoria dört atlı bir savaş arabasını sürüyor. Naziler gövde gösterisi için görkemli kalabalıkları topluyor, Hitler ordularını selamlıyor.
1936 Olimpiyatları'nda maratoncular geçiyor.
2. Dünya Savaşı'nda bomba ve kurşun delikleriyle kaplanan kolonlar, uzunca bir süre sessizliğe bürünüyor.
1961'de duvarın çekilmesiyle kentin bölünmüşlüğünü simgeleyen yapı, 1989'da bu kez barışın ve özgürlüğün simgesi oluyor.
1960'larda ABD Başkanı John F. Kennedy kapının önünde, "Ich bin ein Berliner" (Berlinliyim) diye sesleniyor.
1980'lerde Başkan Ronald Reagan da "Şu duvarı yıkın" diyor.
 Hepsi film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor...
Yeni rota duvar...
Yüzlerce insanın ölümüne yol açan Berlin Duvarı'ndan kalan kalıntıların önündeyim.
Casus romanlarının babası John Le Carre'nin bir kitabının içine düşüyorum birden. Bence bu alanda gelmiş geçmiş en iyi kitap Soğuktan Gelen Casus'un sayfalarını çeviriyorum. Doğu Alman İstihbarat Örgütü Stasi'nin içine yerleştirilmiş İngiliz casusu Alec'in deşifre edilmemesi için yapılan planı okuyorum...
İşte az ötede Checkpoint Charlie bir başka adıyla C Kontrol Noktası...
Batı yüzünde bir Amerikan askeri, Doğu tarafında Rus askerin fotoğrafı gülümsüyor...
Yüzlerce turist, kum torbalarıyla çevrilmiş nöbetçi kulübesini bekleyen iki Amerikalı'nın fotoğrafını çekiyor. Askerler para karşılığı bir şapka veriyor ve selama duruyorlar.
Az ötede geçmişiyle yüzleşen Alman başkentinin tam ortasında Yahudilere adanmış bir anıt mezar var. 10 yıl önce açılan anıt 19 bin metrekare alana yayılmış 2 bin 711 adet her biri birbirinden farklı beton bloklardan oluşuyor.
Dünya üzerinde en nefret edilen adamlardan biri olan Hitler'den söz etmeyi hiç sevmiyorlar. Zaten onunla ilgili hiçbir şeyle karşılaşmak mümkün değil.
Yeraltı filmini hatırlıyorum. Hitler'in son günlerini anlatan filmden çıktığımda soğuk ve puslu bir İstanbul akşamıydı. Yine öyle hissediyorum.
Soykırım Anıtı'nın az ötesinde Hitlerin "Kurt ini" olarak adlandırılan sığınağı var. Rehberimiz, sığınağın olduğu yere Neo Naziler kutsal bir alana çevirmesin diye de konut alanları ve otopark yapıldığı bilgisini veriyor...
Dönerken bir kez daha duvarın kalıntılarını görüyorum.
Le Carre'nin Smiley'in İnsanları romanındaki son sahne aklıma geliyor.
MI6'in şefi Smiley, Rus Gizli Servisi KGB'nin başındaki Karla'yı bekliyor. Bir Türk kahvesinde yardımcısıyla kahve içiyor. Gözü Checkpoint Charlie noktasında...
Gece ışıklarının altında puslu bir hava var. Karla, Doğu tarafındaki kontrol noktasından küçük bir çantayla ağır ağır geliyor. Hepsine veda ediyorum...
İstanbul yolcuları için son uyarı geliyor, bir ses "Pasaport" diyor...
Dönüş vakti...



HOŞGÖRÜ VE SPORTMENLİK

Berlin'de hoşgörünün, centilmenliğin ve sportmenliğin ne demek olduğunu gördük. Giderken Türkiye'deki derbi maçın gerginliği daha yeni yaşanmıştı. Dönüşte otobüsün kurşunlanması ve sporun düşmanlığa çevrilişini yaşadık. Berlin'deki dörtlü turnuvada bir Alman takımı iki Polonya ve bir de Rus takımı vardı. İki gün süren maçlar boyunca yaklaşık 12 bin kişi aralarında güvenlik önlemi olmadan, kavga etmeden takımlarını desteklediler. Bize de buna tanık olmanın keyfi ve hüznü kaldı...
(Sabah Tatil ekinin 12 Nisan 2015 sayısında yayınlanmıştır.)


Üstüne romanlar yazılan, filmler çekilen ve Soğuk Savaş döneminin simgesi Berlin Duvarı, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılmış ve 1989'da yıkılmıştı. Ardından dünya yeni bir paylaşıma sahne olmuştu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa'da kontrolü altında tutuğu Demirperde'de yıkılmıştı. Bugün Almanya tek bir ülke dolayısıyla Berlin'de eski ihtişamına yeniden kavuşuyor. Doğu tarafında imar ve düzenleme sürüyor. Berlin Duvarı'nın olduğu yerde beton parçaları hala duruyor. Ve bir de o günleri anlatan bir sokak sergisi. O günlerde yaşanan toplumsal ve siyasal olayları çektiğim fotoğraflar eşliğinde görmek isteyenler aşağıya buyursun. Üstüne tıklayarak büyük olarak da bakılabilir... Resimaltı yazmadım çünkü görüntüler çok şey anlatıyor... 



























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder